Sayfalar

Cumartesi, Haziran 23, 2007

Gaziantep'te tutanacak köşeler aramak

Yaz, sıcak, kuru, sıkıntı, kimsenin yokluğu, ev ve aile dertleri derken neredeyse 2 haftadır evde tıkılmış kalmış durumdayım. Tabii sırf bu yüzden her fırsatta dışarı çıkmaya can atıyorum, hatta çıkıyorum.

Bugün de haybeden bir nedenden dışarı attım kendimi. Gideceğim yer (baharatçıların orası) de sapa bir köşe olduğundan, nostalji ile evin karşısından şehreküstü dolmuşuma bindim. Hey gözünü sevdiğim, alım şalımlı, zor gün dostu mor şapkalı araç; özlemişim seni. Yandan sarkan kuyruğumla, terlemiş ellerimle ayakta ve iki büklüm gittim çarşıya kadar. İnanılmaz kalabalık yollar, sıçılıyor trafiğe. Çözüm mözüm yalan olmuş, birkaç seneye sabahları trafik çilesini çekeceğiz anlaşılan. Neyse, genelde görünüşümden pek çekinmem (son birkaç zamandır), ama yalnız olunca insan bir başka oluyor. Şimdi bir de G.Antep'in en ücra köşelerine yola çıktığımdan kendimi laf yemeye hazırlamıştım. Neyse ki öyle bir şey olmadı, yalnızca yüzlerce kafayı çevirip bakmalar, arkamdan konuşmalar falan.

Bundan bahsetmişken, geçen hafta penguen almak için Yenbu'nun oradaki Lady'e girdim. Oradaki amcayı çok seviyorum ben, Kristal'de traş olmaya başladığımdan beri oradan dergi&mecvua falan alırım düzenli olarak. Adamla karşılıklı isimlerimizi bilmesek de, hep selamlaşır; hal hatır sorarız. Yine aynısı oldu. Lady amcası bana hal hatır sordu, sonra paranın üstünü uzatırken dedi ki: "Antep'te uzun saçlı olmaktan memnun musun?". Dedim, "Hmm, açıkçası pek değil. Dönüp şöyle bir bakıyorlar her seferinde, ama alışılıyor". Bunun üzerine yanında oturan ve kızı olduklarını tahmin ettiklerim iki kızcağız da hemen sohbete katılıp, "Öyle valla, giydiğin eteğin boyu farketmiyor, etek giymen yeterli..." gibi birkaç arka çıkıcı lafta bulundular. Birkaç destekçi bulmak iyiydi hoştu. Bu da böyle bir anımdır, bugüne dönelim bari:

Çarşıdaki Oral Çoraplarındaki amcayı da çok seviyorum ben. Onla da Lady'deki durum geçerli. Her seferinde hal hatır soruyor sağolsunlar. Çoraplarımı da aldıktan sonra, kavurucu sıcağın etkisiyle, "sıçarım fotoğraf çekmesine" de diyip; aklımdaki fotoğraf projelerini erteleyip yeniden dolmuşa atladım eve doğru. İşte "hayat ne garip" dediğim an o andır. Yıldız İşhanı'nın önünden dolmuşa bindiğimde ben bir yabancıydım. Millet benden rahatsız oluyordu, ben de üstümden başımdan dolayısı ile utanıyordum. Fakat yeni çarşıya doğru gittikçe durum oldukça değişti. Dolmuşta sessizce oturan, kırışık suratlı; şalvarlı amcalar/teyzeler gittikçe yerlerini damla gözlüklü _keşke arabımız olsaydı_ gençlerine bıraktılar. Gittikçe daha çok kabul olmaya başladım ol dolmuşta. En azından binen yeni nesil kızlar falan kesmeye başladılar. Tam dedim "oh be!", gördüm ki erken konuşmuşum. Orkide'nin önüne geldiğimizde markalaşma oldukça zirve yaptı, bu sefer dolmuştaki ben olarak oradaki insanların aşalığı haline geldim. Bu sefer, onlar değil ben onlara bakıp içimden küfretmeye başladım, onlar da sıcaktan alnı boncuk boncuk olmuş bana dışarıdan bakıp iyi şeyler düşünmüyorlardı herhalde, park halinde araçlarına binerlerken. Dolmuş o yol sırasında bayağı bir boşaldı. Sonra kan merkezine kadar yeniden doldu, ben ise o dolmuştaki vasat insan olarak dolmuştan indim. Sırtımda taşıdığım defterime nerede bir şeyler karalasam diye düşünürken, gördüm ki tüm bahçeler gün yapan anne/kızlarla dolmuş. Kendime oralarda da yer bulamayınca eve çıktım, kardeşim ve arkadaşı tarafından istila edilmiş odama giremeyip oturma odasına atıp kendimi, elime geçirdiğim gazeteyi ellerim kararıncaya okudum.



Sonrası mı? Yine hiç heyecanlı bir şey yok. Sadece gitmişliğin hayalleri var sanırım.

Böyle de sıkıcı yazarım, ama yazmam lazımdı.