Sayfalar

Cuma, Şubat 24, 2012

CEBİMİZ YANDI


Türkiye cep telefonunda çok büyük bir pazar olmakla beraber, mobil hizmetler başladığı tarihten itibaren kaçak girişlerle birlikte dışarıdan 225 milyon cep telefonunun Türkiye’ye giriş yapmıştır.Türkiye dünyada pazar olarak büyüyen bir ülke ancak teknolojide tüketici konumundan üretici konuma bir türlü geçemiyor.Türkiye ürettiği ve ihraç ettiği 100 dolarlık malın sadece 7 dolarını teknolojik ürünlerden elde ediyor.

Bu konuda kendimizi geliştirmek için araştırma ve geliştirmeye zaman ve bütçe ayırmamız gerekiyor. Türkiye’de Gayrisafi Milli Hasıla’dan ARGE'ye ayrılan pay, AB ülkelerine ve gelişmiş ülkelere göre çok düşük. Ayrıca ithalata dayalı üretim yapıyoruz. Bunun için de çok daha fazla çalışmak, çok daha fazla üretmek gerekiyor. Dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olsak da ekonomiyi refaha dönüştürmekte sancılar yaşamaktayız. Yanı sıra, 16. büyük ekonomi ve nüfus olarak 17. sırada olmamıza rağmen, Dünyanın en büyük 4. cep telefonu pazarıyız. Üstelik cep telefonu üretmiyoruz.

Türkiye’de 136 milyon cep telefonu kullanıyoruz, kişi başı 2 cep telefonu düşüyor ama kullanma yaşı göz önüne alındığında kişi başına 3 cep telefonu düşüyor.Cep telefonuna bugüne kadar 20 milyar doların üzerinde para aktarıldı. Bir de bunların üstüne, Türkiye'deki Iphone sayısı 500 bin, akıllı telefon sayısı ise 1 milyonun üstünde.

Türkiye'de kayıtlı çalışan yaklaşık 23 milyon insan var, 10 milyon kadar da kayıt dışı çalışan var. Bu 33 milyon kişiden de yaklaşık 8 milyonu asgari maaşla çalışmaktadır. Yani toplam çalışan sayısının dörtte biri. Genelleme yapıp 1 milyon akıllı telefon kullanıcısının da 250 bininin asgari ücret aldığını ve en ucuz akıllı telefonun da 700 lira olduğunu varsayarsak, Türkiye'de bireysel olarak açlık sınıfında olan bu 250 bin kişi karnını doyuracağı yerde cebine yakıp telefon almayı tercih ediyor.

Paranın çok zor kazanılıp çok rahat harcandığı yere, Türkiye'ye hoşgeldiniz!

Perşembe, Şubat 23, 2012

GALdirim da nereden ciktiydi?

Eger yanlis hatirlamiyorsam, Lise 1'deydik her seyler patlak verdiginde: o zamanlar IRC nedir, mIRC nedir derken bir anda okuldaki herkesler kendisini chat programlarinin cikmazinda bulduydu. Genelde once gelen kapar mantigiyla isleyen bu teknoloji akimlarinda da, o cok unlu #zurna kanalini ardindan #gkv adli bir sohbet kanali ortaya cikmisti. Bu kanal aslinda Gaziantep Kolej Vakfi'nin adiyla acilmasina ragmen, Antep'teki tum gencligin evlerine varir varmaz,bilgisayarlarinin basina gecip sohbete basladigi bir kanal haline gelmisti.



O zamanki girisimci kisiligimizden olsa gerek, biz bu olaya -- pek cok digerlerine oldugumuz gibi -- hafiften gicik olmustuk: "E madem boyle bir kanal var, biz daha iyisi bile yapariz ki?" gaziyla oglen arasinda, tenefuslerde kara kara dusunmeye baslamistik yine. Eger biz bir rekabet yaratacaksak, yeni kanalimizin ismi de cok sahane olmaliydi -- ismi halletmeden hayatta baska konulara gecemezdik.Ve tabii ki grubun yaratici/sakaci insani olarak ilk akla yatkin fikir dobErman'dan geldi: #GALdirim. Herkesin ismi onaylamasi ve de begenmesinin uzerine yapilacak iki is kalmisti: Ilk olarak kanalin guzelce reklamini yapmaliydik. Bu ugurda cesitli temsilciler oglen arasinda, kendilerine en yakin hissetikleri subelere gidip tahtaya kocaman kocaman "GAL'in yeni kanali: #Galdirim. Aksam saat 8'de oradayiz" diye yazmislardi. Reklam isi, kendi aramizda kendi yakinlarimizi da kanala cagirmak kosuluyla oylece kapandiydi.

Ikinci yapilacak is ise, tum bunlar olmadan o kanali kurup, ismini bir nick'e kaydettirmekti elbette. Okulumuzun ogrenci yuzu gormemis ogrenci laboratuvarinin -- tabii ki -- interneti olmadigindan ve de bu fikrin oglen arasini takriben verilmis olmasindan dolayi, caresizce son iki dersin bitmesini ve de evlere dagilmamizi beklemek zorunda kalmistik. Okulun saat 3 civarlarinda bitmesinden mutevvelli, aksam saat 8'de insanlarin gelip de bos bir kanala dusmesi pek mumkun degildi; burada zaten ciddi bir sorunumuz yoktu. Bizim ekip arasinda asil gerilim yaratan sey, kimin eve varip da kanali kendi uzerine kaydettirebilecegi olmustu.

E tabii, o zamanlar Bilo'can da olmadigindan, belki de bugunlerin HIMYM s06e04'une tas cikaracak bir yaris icinde kendi evlerine dogru farkli servisler icinde heyecanla ve de caresizlikle yol almaya baslamisti. Sans bu ki, o gun Arman'in eve en erken varacagi tutmustu ve de kader aglarini her zaman dort ayak uzerine dusmek konusunda unlu olan Arman'in lehine, evinin uzak olmasindan dolayi her daim dert insani olarak gorulen dobErman'in aleyhine sekilde orulmustu -- ama SOP'lugu kapmadi degildi hani!

O gun cesitli cekismelerden ve OP'larin (@), VOICE'larin (+) cilginca alis-verisinin sonunda, kanalin okuldaki reklamin yardimiyla belki de ilk ve de son olarak 30-40 kisiyi gordugu bir gun olarak tarihe gecmisti bile. Gunler gecti, gelen insanlar azaldi; haftalar kanala olan hevesimiz gecti gitti. Cok gecmedi mIRC furyasi bitti; ICQ, MSN cika geldi; Yine cok gecmedi, internette Blog firtinasi koptu.Iste o zamandi, adinin tahmin edersiniz ki cok onceden belli oldugu bu blog'un ilk adimlari atildi, herkesler yazmaya davet edildi (bakiniz: arsivimizin ilk yazilari). Zaman zaman yazildi, cizildi ama hayat kosusturmacalari maalesef ki blog'u ikinci plana atti. Gunler gecti Facebook cikti, Twitter cikti, Friendfeed cikti, cikti da cikti...

Ama bu sefer Jake Le Motta'nin girismiyle, geride birakilmadi bu sefer blog, tam tersine daha hizli bir sekilde tekrardan hayata gecti. Umari(m/z) da boyle kalir ;)

/server gaziantep.anadolu.lisesi
/nick galdirim
/msg nickserv identify ********
/j #galdirim
/msg chanserv register #galdirim ********
/topic #galdirim "GAL gencligi kirintilari"


Çarşamba, Şubat 22, 2012

"Karl Marx Müslüman Olarak Öldü" Haberi Üzerine

 Zaman Gazetesi'ne photoshopla yakıştırılan "Karl Marx, Müslüman olarak öldü" haberini eminim çoğunuz çeşitli sosyal medya mecralarında görmüşsünüzdür. Delinin biri kuyuya bir taş attı ve bu haber üç gün boyunca Twitter Türkiye TT'sinde yer aldı, sözlüklerde sayfalarca tartışıldı.

 Gülen taraftarı medyanın çoğu zaman, bu kadar olmasa bile bazı zorlama ilintiler kurarak yaptığı haberlere şahit olmuşluğumuz vardır. Bu durumu tiye almak adına ya da bilmediğimiz başka bir niyetle yapılan bu sahte haberi ise kimin yaptığını kesin olarak bilmiyoruz. Fakat malumunuzdur ki en yakın tahmin, bu haberin Fethullah Gülen cemaatine muhalif Marksist cenahtan çıktığı yönündedir. 

 Peki bu haber aslında kimi küçük düşürmüştür? Böyle bir habere gerçekte yer vermediği ortaya çıkan Zaman Gazetesi'ni mi yoksa sahtekar durumuna düşen Marksistler'i mi? Aslına bakarsanız yazımızın asıl önemli teması bu değil, o yüzden cevabı size bırakıyorum.

 Haberi gördüğümde ilk aklıma gelen cümle, "o kadar da değil!" oldu. Bir dakikalık araştırmadan sonra haberin photoshopla yakıştırıldığı açıklaması karşıma çıktı. Bu haberin gerçek olmadığını anlamak bu kadar kısa sürmüştü işte. Daha sonra sahte haberle ilgili tweetleri biraz inceledim. İki taraf da habere öyle bir balıklama atlamıştı ki inanamadım. Bir taraftan; "Marksistlere kapak olsun!", "Marks da ölmeden doğru yolu bulmuş.", "Ezik dinsizler görsün bunu!" benzeri tweetler girilirken öbür taraftan da Said'i Nursi ve Karl Marx'ın yaşadığı yılları hesaplayıp haberi çürütmeye çalışan John Nash'ler, "maklube boğazında kalmış da ölmüş" geyikleri, Zaman gazetesinin haberciliğiyle aklınca dalga geçenlerin tweetleri yağmur gibi sayfaya düşüyordu. Haberin sahte olduğunu anlayanların sayısı o kadar azdı ki... 

 Daha sonra sözlükte neler yazıldığını merak ettim. Marksist yazarların ağırlıklı olarak hakim olduğu sözlükte durum, Twitter kadar vahim olmasa da kendilerini ülkenin en elit fikir topluluğu zanneden "über zeki" sözlük yazarları da akıllarınca haberle dalga geçen bir dolu entry'yi çoktan girmişti bile.

 Anlayacağınız, haberi görenlerin büyük bir çoğunluğu, gerçekliğini araştırmak için bir dakikalık zahmete bile girmemişti ya da birçoğunun beyninde "şüphe" diye bir refleks yer almıyordu bile. Fazlaca uğraşmadan yapılmış bir photoshop hilesi, insanımızın dinlemekten ve araştırmaktan ne kadar aciz olduğuna dair sosyal gerçekliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Herkesin kendini uzman sandığı ve her konuda yorum yapmaya yetkin gördüğü, araştırmanın ve okumanın ise en ufak değerinin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu eksikliğimizi görmek ve gidermek adına bir arpa boyu kadar bile yol alamadığımız gerçeğiyse, sosyal ağlardaki fikir çöplüklerinde üzücü de olsa her an karşımıza çıkıyor...

Salı, Şubat 21, 2012

Günün en garip anı

Ey dostlar hayat hala garip ve hala cahiliz burada tarık üstad'ın iki üç önce ki blog girdisinden esinlendim ama..
Gelelim günün en garip anına.

Bugün bir imam bir pazarlamacı ile oturuyorum, fıkra gibi ama doğru.... klasik muhabbet nasılsınız iyi misiniz falan derken benim için şöyle bir cümle kuruldu.
Arkadaşın hizmeti var mı? dedi imam
Bende sandım ki askerlik filan demeye çalışıyor ya da öyle bir takım şeyler. anında hoca efendi demesin mi kardeş bu cumartesi sen bizimle gel çaylı toplantımız var. O an anladım bu iş başka.
Dedim kısmet ortamın maneviyatı etkilemiş demek ki beni.
Dedi kısmet yok gel sen sonrasında ciğerde yiyoruz dedi..

En son numaramı almaya çalışıyordu..

Öyle yani.

Pazartesi, Şubat 20, 2012

Buda değil, bir sonraki şarkı olması lazım

Galdirim şimdiye kadar benim için hep daha fazlasını istediğimde aradığımı bulabilmek için yol gösterici olabilecek kaliteli adamların toplandığı bir blog olmuştur. Bundan sonra da böyle olacağından eminim. Ayrıca bu ruhu tekrar ortaya çıkarmaya çalıştığı için Tarık'ı tebrik ediyor ve bunu başarabildiğini açıkça görebiliyorum. Çünkü yine burdayım ve aramaya devam ediyorum.

Evet aramak derken aslına ne aradığımı bende bilmiyorum. Onu sadece bir sonraki şarkıda bulabilmeyi ümit ediyorum.

Bilocan'ın servisinde sürekli kendi şarkımız çalma savaşı verirdik. "rock and roll forever" :)
Ben bunu aptalca benim dediğim olacak mantığıyla yaptığımız düşünmüyorum .Çünkü hiçbiri basit, mevsimlik şarkılar değildi. Sanırım kendimizi yeni yeni tanıyıp bunu anlatmakta zorlanırken yine kendimizden birşeyler bulduğuz şarkılarla anlatmak istedik içimizdeki sessizliği, sevgiyi ya da isyanı.

2004 sonrası çok farklı tarzda muzik dinlemişimdir. Onlarda bulduklarımı odamın uygun yerlerini süslesinler diye kullandım. Arada kafayı kaldırıp baktığımda hep gördüğüm şuydu; ne kadar çok ararsam arayayım bulduklarım sadece renk karmaşası yaratacak, duvarlarda kalın boya varken üzerine attığın boya hiçbir zaman kendi rengini göstermeyecek. Belki oadaya sığmayacak bile,çünkü belli bir noktadan sora kabaya dokunma şansın yok sadece rütüş yapma hakkın var. Aslında benim odamın kapasitesi çok önce belirlenmiş. İşte o zamanlar iyi ki sizler varmışsınız binanın kolonlarında, kirişlerinde.

Evet hala arıyorum onu. Hiç dinlememiş olsam bile o şarkı çalıyor diğer odaların birinde, biliyorum. Şaslıyım ki onu çok uzaklarda aramamama gerek yok. O burada çok yakınlarda, bu odaların birinde. Duyar gibiyim. O olabilir mi? Hayır hayır bu kadar kolay olamaz. Emin olmanın tek bir yolu var, bir sonraki şarkıyı dinlemeliyim.

Benim de şikayetlerim var.

Bir şeylere sahip olmak kolaylaştıkça her şeyin tadı ne kadarda kaçıyor şimdi dikkat ediyorum da tabi ki bu ufak gözlemimde öne çıkan en konu iletişim.

Malum kullandığımız akıllı telefonlar ve ayağa düşen iletişim kalitesizliği..

Diyeceksiniz nasıl olur da iletişim kalitesiz olur her şey ne kadar da güzel yenileniyor gelişiyor oysa ki ama sanki öyle değil.

Misal bol bol kullandığımızı düşündüğüm whatsup blip me tango viber gibi programlar.. Çöp ya zaten gerekli bir şey olsa kimse bu uygulamaları kullanmıyor ve daha çok tüketmek için kullanıyoruz gibi geliyor..

what's up üzerinden gelen sadece ücretsiz diye gönderilen mesajlar.. çok sıkıcı tamam bende ücretsiz diye yerli yersiz çok mesaj atıyorum ama bu adabı daha öğrenemedik gibi geliyor bana

Neyse geleyim sadede sildim tüm zamazingoları yakında çokca kullandığım 4sq'da sileceğim bir eleman var ibrahim K. mıdır nedir gerekli gereksiz check-in yaparak benim nacizane mayorluklerime el koydu.


Neyse geleyim sadede derken gene başka bir konuya geçtim.

Sahip olma değeri düştü..
Yeni duyduğumuz şarkıcının grubun tüm albümlerini süpersonik internetimiz ile indiriyoruz
milyon dolarlık filmi beğenmiyoruz.
Dizi senaryolarını bayağı buluyoruz aaa bu buradan arak diyoruz.

Eskiden böyle miydi? 1 mp3 için 15 dakika beklerdik ve tüm gün aynı şarkıyı dinlerdik.
Karışık albüm yaptırmak için bir hafta uğraşırdık ve o dönemin en mükemmel albümüne sahip olduğumuzu düşünürdük.

Tamam belki o da korsandı ama bu kadar değildi sanki..

Pazar, Şubat 19, 2012

Durgun Denizlerde Huzur İçinde Felsefeleme Stili...

Öğrendiğim her yenide kendime sormadan edemiyorum; cehaletin farkındalığının verdiği endişeyi nasıl bertaraf edip, bilgi deryalarında huzurla kulaç atabilir insan?

Korkuyorum, açıldıkça artıyor derinlik ve kara daha da uzaklaşırken, kararan sularında kalakalıyor kara cahil bir adam bilgi deryasının, üstelik karar veremezken farkına varmanın mı yoksa varmamanın mı daha huzurlu olduğunun...