Sayfalar

Cuma, Aralık 12, 2008

Geçmiş Kurban Bayramı

Geçmiş kurban bayramımız kutlu olsun derken şöyle bir baktım bayram mesajlarını hep ben atmışım sonra gene bir baktım bayramın artık pek sallanmadıgını gördüm... bu nedenle bu mesajı zenginleştirecek yeni olaylara ihtiyacım vardı, bunun için öncelikle Tarık "arkadaşımızın" Balıkesir'e asker olarak gitmesini eklemek istedim, sonra bunun da yeterli olup olmayacagından emin olamadığım için Tarık hariç herkesi 20 Aralık'da ki nişanıma davet ediyorum....

Perşembe, Kasım 20, 2008

Nerde kalmıştık? Vol2:

Evet nerde kalmıştık öncelikle baya bir vakit oldu herhalde buralarda bişeyler yazılmayalı herkes yolunu birazcık birazcık daha ehhh birazcık daha derken kendi çizdigimiz uzun ve dar yolun içinde hapsolduk mu ne kimbilir belki de hedefin güzelliginden belki de manzaranın kötülügündendir. mola verememe yada cidden hızını aldıktan sonra durmak zor geliyordur bilemiyorum artık nasıl bir halledeyiz durumlardayız niyetlerdeyiz ama altımızda ki araç çok hızlı olsa gerek duramıyoruz...

velev ki ekonomik kriz bizi teğet geçti...

Salı, Eylül 30, 2008

Ramazan Bayramı..

Hepinizin ve ailesinin Ramazan bayramı kutlu mutlu mübarek olsun .... Nice bayramlara

Pazar, Eylül 21, 2008

Hmm, burada?

Ömer'i ve Tarık'ı mezun ettik (ettik mi?), Erman'ı Amerika'ya yolcu ettik, Metin'i işe güce verdik, beni de sapkınlığa salıverdik.

Hmm, sanırım her şey nereye bırakıldıysa, orada aynen olduğu gibi duruyor

Salı, Temmuz 29, 2008

Gaziantepden haberler 2

Geçmiş yıllara oranla dürüm alışkanlığının yaygınlaştığını, ancak buna rağmen ciğer kebapçılarının eskisi gibi para kazanamadığını dile getiren Ciğer Kebapçıları Odası Başkanı Mehmet Gül, "Geçmiş yıllarda Bağ-Kur primlerini yatırıp evini alanlar şanslı. Çünkü artık eskisi gibi para kazanmak zor. Yaptığınız işin karşılığı aldığınız ücret emeğinizi karşılamıyor" dedi.

Ayak üstü yeme alışkanlığı

giderek yaygınlaşıyor

Gaziantep'te ayak üstü yeme içme alışkanlığının yaygınlaşmaya başladığını, bu durumun dürümcü sayısını artırdığını ifade eden Gül, "270 Tam teşekküllü ciğer kebapçısı var. Bir bu kadar da kayıtlı olmayan vardır. Ciğer kebapçıları da içinde olmak üzere il genelinde 2 bin 500 civarında dürümcü olduğu tahmin ediliyor. Çünkü Gaziantep halkı da aparatif yiyeceklere yönelmeye başladı. Ayak üzeri yemek kimi zaman zamandan kazandırıyor, kimilerine göre de ekonomik oluyor. Her ikisinin bir arada tutulduğu durumlar da var. Zaman giderek kıymetli olmaya başladı adam, 'Yiyip kaçayım' diyor" diye konuştu.

Yarım asırdır ömür verenlerle

rekabet etmeye kalkıyorlar

Gaziantep'te çok iyi kebapçı ustaları olduğunu, bunların bir kısmının 50 yılını bu işe verdiği gibi daha uzun süredir bu işle uğraşan esnafların bulunduğunu dile getiren Gül, "Şu an Gaziantep'te esas kendi mesleğini yapanların dışında bu işe merak saran pek çok insan çıktı. Bunların çoğu tabi ki bilmedikleri için bu işte başarılı olamıyor. Bunlardan 50 kişi açıyorsa, 100 kişisi yeniden kapatıyor. Ama sanıyorsam bu durum, bizim Gaziantep'in özelliği. Yıllardan beri biri, bir işle uğraşıyorsa, bilgisi olsun ya da olmasın hemen diğeri de o işle uğraşır. Hatta onun yanına bir dükkan da kendisi açar.

Ömrünü bu işe veren insanlar var. Birisi 50 yıldır bu işi yapıyor, diğeri emekli olmuş gelmiş yanına dükkan açıyor, doğru değil" şeklinde açıklama yaptı.

Geçmişte insanlar emeğinin

karşılığını alabiliyordu

Mesleğe 50 yılını verenlerden birinin de kendisi olduğunu hatırlatan Gül, geçmiş yılları özlemle anarken, "Emeğimin karşılığını bugün için alamıyorum. 69'dan 74'e kadar bu işte iyi para vardı" şeklinde serzenişlerini dile getirdi.

İstediğimiz ekmeği yaptıramıyoruz

Kendileri zam yaptığında ekmek zammının ortada olmadığını, kendilerinin zammının ardından yapılan ekmek zammının sektöre zararı olduğunu dile getiren Gül, şöyle devam etti: "Bundan önceki zammı iki yıl önce yapmıştık. Yeni zammı da 2 ay önce yaptık. 2 Şiş bir ekmek birinci sınıf yarlerde 2 YTL 500 kuruş iken şu anda 3 YTL oldu. 2. Sınıf diye tanımladığımız yerlerde de 2 YTL idi şu anda 2 YTL 500 kuruş oldu. Ama ekmek zammından haberdar değildir. Ekmeğin bize çok zararı oldu. Ekmekten çok şikayetçiyiz. Ayrıca ekmeği bizim istediğimiz gibi yapmıyorlar. Büyük oluyor, bu nedenle de çok ekmek atılıyor."

Hasan Demir


Öss Gaziantep Birincisi Canı Ziyaret Etti Yazdır E-posta

Fen Bilimleri Dershanesi Kurucusu Hasan Demir ÖSS Sayısal-2’de tam puanda il birincisi ve Türkiye 83.cüsü olan öğrencileri Emre Yalçınkaya ile birlikte Şahinbey Belediye Başkanı Ömer Can’ı makamında ziyaret ettiler.

ÖSS Sayısal-2’de tam puanda il birincisi ve Türkiye 83.cüsü olan öğrencileri Emre Yalçınkaya’nın bu başarısını paylaşmak istediklerini ifade eden Fen Bilimleri Dershanesi Kurucusu Hasan Demir, Emre’nin çok başarılı bir öğrenci olduğunu yalnız imkan olarak dar gelirli olduğunu belirterek, Başkan Ömer Can’dan bu başarıya destek olmalarını istedi. Emre Yalçınkaya’yı başarısından dolayı kutlayan Şahinbey Belediye Başkanı Ömer Can konuşmasında; “Hayat uzun insan hayatta başarıyla karşılaştığı gibi başarısızlıkla da karşılaşabilir işte asıl mesele başarısızlıkla karşılaştığın durumlarda ayakta durabilmektir diyerek, azimli ve kararlı olunduğu sürece her zaman başarının elde edileceğini belirtti. Başkan Ömer Can, Emre’nin Üniversiteye başladığında Belediye tarafından verilen burstan faydalandırılacağını belirterek, “Bizim olmazsa olmazımız eğitim bu nedenle eğitimi çok önemsiyoruz. Bizim eğitimli insanlara ihtiyacımız var. Bu nedenle biz ilköğretim okulu öğrencilerinden çocuk meclisi kurduk ve her toplantıda öğrencilere kendilerine güvenmeleri, çalışmalarını ve bir başkasına güvenmeden yola çıkmaları gerektiğini anlatıyor ve geleceğe hazırlıyoruz.”dedi.


Ne günlerdi vakti zamanında bizde nasıl hazırlanmıştık şimdi nasıl bitti ama üniversite diyemesemde duygulandım Hasan Demir'i görünce.

Pazartesi, Haziran 23, 2008

Malak Gibi Yatma Hissine Duyulan Özlem

Oldukça zamandır güzel bi uyku çekememişti. zaten bu konuda şikayetçi olan bünyesi final zamanın özellikle herkesin finallerinin bittigi ,sıcaklıgın da aylık ortalamaların üstüne çıktıgı zamanda gerçekleşen sınavların olması gerçekten çok rahatsız ediciydi. 15 kilometrelik ormana gidiş yolculugu bi nebze olsun daha serin olduğu için şehirden daha da çekilebilir bi hale geliyordu.

Alttan aldığı dersler yüzünden son 6 günde 6 adet sınava girmişti bu yazıyı yazdıgı zamanı ise 7. günde girecegi 7. sınavına çalışma molasında yazıyordu.
Çok sıkılması bi yana alakasız derslerin karmaşası daha da bi allak bullak ediyordu. Devrik cümle yazmasını daha da bi kolaylaştırıyordu artık herşey onun için daha kolaydı sırası ile Peyzaj Ekolojisi , Yaban Hayatı , Meteoroloji ve Klimatoloji , Sulama Tasarımı , Bitki Bakımı ve Ekonomi sınavından sonra girecegi Doğa Koruma ve Milli Parklar sınavını merakla bekliyordu .
Sınavların bitmesi ama sadece geçici bir süre içinde ondan sonra gireceg sınavı yok mu sanıyordunuz evet vardı ama en kötüsü 4 Temmuz günü teslim edecegi projesiydi.( Çüşş 4 Temmuz mu seslerini duyar gibi oluyorum ve bu daha final Mazallah bütünlemeside var )


Tek istegi mezun olup İlk dönemden kalan tek dersi olan " Bitkilendirme Tasarımı" adlı dersini "TEK DERS SINAVI"nda verip malak gibi yatmaktı.

Perşembe, Mayıs 15, 2008

Nostalji

öğle yemeği için ara vermişiz okulda yemek yemek için Bahçeköy beldesi civarında olan bir kebapçıya gidilir.
yöresel olma amacı taşıyan kebapçı antep lahmacun yaptıgı yetmezmiş gibi birde söhürmeli lahmacun yapmaktadır. Arka fonda ise"Hele hele hele antepli" çalmaktadır.
Bu şarkı ile oynama iç güdüsü kabaran bana arkadaşlardan biri ulan şimdi şurda halay çeksen ne komik olur degil mi der?

Benim aklımda birden şimşekler fırtınalar Nimbostratus bulutları derken ( sonunda bende bir terim kullandım)
Oda nesi kırmızı ışıklarda müzigi son ses açıp halay çeken bir gurup gözümde canlandı. anlattım kendi kendime eğlendim ve milletin mal mal bakışları içinde lahmacunumun içine bahdenizleri sararak yedim...

Pazar, Mayıs 11, 2008

Ne insanlar gordum icinde 'insan' yok...

(Yasal Uyari: Assagidaki materyal bir deneme olup, fikren ve zikren tamamen yazarina aittir. Benzer sekilde sacmalamak yazarin iznine tabir bir harekettir. Yazar ne paragraflar arasinda bir butun oldugu iddiasindadir, ne de yazinin okuyucusuna birsey katacagi konusunda israrcidir. Saat 4.00 am olmustur ve yatmak icin ezani beklemektedir.)

Yok valla; bu sefer her zamanki gibi espri olsun, ortama mizahla dalayim diye yazmadim o basligi. Birsey kastediyorum. En basta kendimi. Cok fazla birsey anlatmayacagim arman, omer, metin ve tarik... Ne de olsa ben yazi gider, soz kalir bir insanim :)

Dedim ya, en basta benim o 'icinde insan' olmayan. Cunku bence insan olmak demek benler icin ben, senler icin sen olmak demektir. Insan olmak ne oldugunu bilmektir.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

(Evet. Allahim, yazima siirlerle renk katiyorum, daldan dala ucuyorum...)

... demis Yunus Emre 700 yil once. Nah su an ben bu siiri yasiyorum. Kim oldugumu ogrenmek istiyormus gibi yapip, bos bos oturuyorum. Ne istiyorum ben? Yine ne zamandir yaptigim gibi her bos zamanimda 'ne yaptigimi' sorguluyorum. Yoo yoo, tost degil yaptigim. Rol yapiyorum ben, kendime bile farkettirmeden. Ne buyuk oyuncuymusum(n,z) ben(sen, onlar).

Hicbir zaman hayatimi yasayamayacak olmanin korkusu icerisinde babamin 'hayat zor' undaki 'hayat' a dogru atiyorum adimlarimi, bilincsizce. Ne kendini tanimaya firsatim oldu bugune kadar, ne de bu dogrultuda bir girisimim. Ama sundan eminim ki ben kendim degilim arkadas. Ben benim diyen varsa ciksin, buyursun. Saygi duyarim acikcasi kendisine. Velakin ben diyemedim.

Bu kendin bilmek olayinda su ana kadar somut bir kanaate varamadim. Somut bir kanaate varirsam, veya somut kanaat bana varirsa bilin ki haberiniz olacak. Galdirim sagolsun...

Sunu belirteyim hemen ki, sonradan unutmayayim: ben ne armana katiliyorum acikcasi, ne de omere (gerci omer de kim? bir yerden tanidik geliyor ama... :) ) (ayrica hos, armanin yazilari katilinacak veyya !katilinacak bir iddia tasimiyor ama olsun, ben katilmiyorum)

Omere katilmiyorum cunku "Bayram ziyaretinde hiç görmedigi bilmem kaçıncı kuzenin amcaoğlunun evinden oturmuş aklını yedigi tatlıya yoran çoçuk" bence guzel bir insan. Herkes yapmaz, yapamaz cunku. Yalniz oldugu kanisinda da degilim acikcasi, nitekim yalnizlik, armanin da belirttigi gibi, goreceli bir kavram ve dilimiz ingilizce degil.

Ben sahsen 'o' cocuga ozeniyorum, cunku o benim eski halim, yani kendi cocuklugum. Simdilerde ise hayat denen kac perde oldugunu onceden bilemedigim bir oyunda, tamamen disgudusel bir sekilde ezberledigim rolume daha uygun oldugu varsayimiyla "sosyal" lesiyorum. Artik o bilmem kacinci (ki direkt kuzenim olurlar) dereceden akrabalari daha cok umursuyorum, ariyorum vs...

Ha bundan "aslinda zkimde degil" anlami cikmamali, nitekim zkimde. Asil anlatmaya calistigim kendi magarami ozledigim ve bu sekilde bir yasamin bana vaad ettigi mutlulugu/huzuru anlayamamis olmamdir. Ben 'beni', yani bir yerde cocuklugumu, magarami ozluyorum. hani armanin bahsettigi magaradan sanirsam. Ama pek bir istekliyim o magarama donmeye/girmeye. Nitekim benim magaram benim icin huzur ve, armaninkinden farkli olarak, yasam dolu (idi).

(Konuyla alakali bir resim eklemessem icimde kalir)

Arman'a katilmiyorum demisim madem, bir dayanak bulmam lazim simdi. Ilk aklima gelen sey su: bana gore senin bahsettigin yalnizlik senin verdigin tariften biraz farkli. Gerci, sen oyle dedikten sonra, 'yok senin yalnizligin oyle degil' demem sacma olur ama yine de belirteyim: Bence bahsettigin olgularda ki ogeler bir yalnizliga ait degil. Ben daha cok 'alternatif sosyallik' diyebilirim. Yine bana gore bu dunyada pek bir az insan gercek yalnizligin dinginligini anlayabilecek ve zorluklarina katlanabilecek kadar sansli. Mesela kitap okumak; bence yalnizligin parcasi olmamali. Ya da 20 dakika da yemek yemek, veya diyet yapmak; bence yine yalnizlikla ilgili degiller. Ha sunu diyebilirsin: "Bunlar yalnizlikla ilgili diye demedim bunlar beni hayal dunyamin yansimalari sadece". Ben de saygiyla onunde egilir, takdir ederim :) Ne de olsa benim de hayalimde hep bunlar var be Arman. Keske bende yemegimi 20 dk da yesem, yanima bir kitap alsam da kuytulara kacmadan, en gosterisli bir sekilde "'burda' degilim" diyebilsem. Ahhh ah. Ne diyordum, 'alternatif sosyallik'. Bence kitap okumanin bir insanla sohbet etmekten bir farki yok. Ayni sekilde yemek yemenin de. Cunku nacizane gorusum der ki: bir yerinde insan olan hersey insandir, ve adi, sekli veya hissi ne olursa olsun insanla hasir nesir olmanin parcasidir. Nitekim yemegin de, kitabin da ucunda hep ayni halt: "insan"...

Eveeett. Gecenin bir yarisi sacmalamis olmanin verdigi huzurla yatagima goz kirptigima gore artik vakit gelmis olmali... Her ne kadar yazdiklarimdan 'su kadar' tatmin olmus, 'ne gozel dedim he mi?' demis olmasam da yatacagim okuyucu. Velhasil hepimiz insaniz di mi? Ah birde kendimiz olabilseymisiz...

Perşembe, Nisan 17, 2008

Yeni Başlayanlar için Yalnızlık #3

Yaşayanlarla bir sürelik ilişkiyi azalttığına göre artık nekropside uzmanlaşmaya başlayabilirsin.

Bir Bruce Wayne kadar ahımlı şahımlı düşmemiş olsan da, bu yeraltı mağarasına hoşgeldin. Bu mağarada ne duvar yazıları, ne hiyeroglifler, ne de bu tür şeyleri anlayabilmen için ihtiyaç duyduğun o kutsal ışık mevcut. Burası alacakaranlık, ölülükle dolu bir yer ve medeniyeti baştan kurmak için Arşimed'in idealindeki sabit noktaya ihtiyacın var. Dünyayı tutup baş aşağı çevirmenin kolay olacağını sanmıyordun değil mi?

Ama korkacak birşey de yok, sonuçta ölüler senden yana. Senin arayışını senden çok uzun bir süre önce yapan; ismini bile duymadığın, duyduğunda küçümsediğin, hatta bu isimleri sana ananları dikkate almadığın ölüler sana tecrübelerini aktarmaya razılar, peki sen onları dinlemeye hazır mısın? Biliyorsun onlar ölü ve ne yazık ki senin gibilerle pek karşılaşmıyorlar, dolayısı ile biraz laf salatasına hazırlıklı ol. Onların dildeki ve bildiklerini aktarımlarındaki sanatlarına alışman biraz zor olabilir: çoğunlukla kendini samanlıkta iğne ararken bulacaksın.

Ölüler, sabrı erdem olarak görürler, küstahlığı ise günah ve bu yeni ışıksız dünyada günahlarını affettirebileceğin bir peri masalı içinde değilsin. Seni dinleyecek, içini rahatlacak bir peder olmayacak burada--sen onlardan bir tanesi haline gelip, kendi kendi dinlemeyi öğreninceye kadar.

Bu mağaranın bir kılavuzu olmadığını biliyordun değil mi? Öyleyse bu yazıya güvenemeyeceğini de biliyorsun, ne de olsa bir ölü tarafından değil, rüzgarla taşınan ölü fısıltıları yakalamaya çalışan biri tarafından yazıldı. Ve o biri, sana bol şanslar diliyor.

Çarşamba, Nisan 09, 2008

Yeni Başlayanlar için Yalnızlık #2

İnsanlar demiştim değil mi? Dememiş miydim yoksa? Dememişim, çünkü asıl kastettiğim şey benlik idi. O zaman ben beyefendiler buyursunlar.

Artık bir vejetaryansın--Murakami'nin deyişiyle mecazen. Şunu önceden kabullenmekte çok fayda var: Mc Donald's o kadar iyi reklam yapıyor ki, eninde sonunda dayanamayıp, tüm açgözlülüğünle o iğrenç hamburger denen şeyleri midene hızlı bir şekilde indireceksin ve indirdiğin gibi de tuvalete koşup, için dışına çıkana kadar kusacaksın.

Korkma; çünkü bulimia nervoza'n sonunda anoreksiya nervoza'ya dönüşerek seni normal kılacak. İşte o zaman ikinci ders zilinin beş dakika öncesinde tuvalet için izin almana gerek kalmayacak, zira sınıftan kendin atılacaksın ve şöyle ferah ferah nefes almanın keyfini çıkaraksın.



Çarşamba, Nisan 02, 2008

Yeni Başlayanlar için Yalnızlık #1

Yalnızlık, terkedilmişlik, dışlanmışlık, soyutlanma, yabancılaşma... Sana hangisi uyuyorsa artık? Yazık, gavurunki gibi artistik bir "solitude" ve "loneliness" ayrımımız yok. Olsa bir şeye yarar mıydı, o ayrı bir konu ama şuanki konumuz olmadığı kesin.

Hey sen, artık yalnızsın--umarım. Ne olacak bundan sonrası merak ediyor musun? Bunalımları atlatmak istiyor musun? Yanlış yerdesin. Okumasan da olur artık, git at kendini ne bileyim yap bir şeyler.

Peki yalnız insan, ilk olarak yapman gereken olan biteni kavramak. Bundan sonra yalnız olacaksın, yapayalnız. Bunu iyice kavraman gerek, en önemli ve atılması gereken ilk adım bu. İlk gün bunu düşünmek zor olabilir. O yüzden ilk gün kafanı başka şeylere yormalısın. Televizyon izlemelisin, kaç zamandır ertelediğin işleri yapmalısın. Bahanelerden sıyrılmasın. Dondurma yemelisin, şarap içmelisin. İlk günü bir yalnızlık tatili olarak gör, ne kadar burukluğun, ne kadar keşken, ne kadar kederin varsa erit bunları içinde. Düşünme, aklına geldikçe zorla gülümset kendini. De ki kendine: "Düşündüğüm gibi de değilmiş." Evet, hiçbir zaman düşündüğün gibi olmayacak çünkü. Harikalar diyarında gezen bir Alice olmayacaksın, dünyanın en mutlu insanı da olmayacaksın; ama kendi başına olacaksın. Bu(nlar) kesin.

İlk birkaç günün zor geçebilir. Bunu monofazik bir uykudan polifazik bir uykuya geçiş gibi düşün. Alışık olmadığın bir şeyi yapıyorsun, hep "keşke yapsam" dediğin şeyi yapıyorsun. Ama bilmelisin ki toplumda azınlıksın. Seni anlayan az olacak. Bunu kabullen, kendini kabullen. Artistik için birkaç gün yalnız kalıp, sonra bu zorunlu duyguyu aşağılama. Eğer "yalnız bir insan"san bunu yap. Diğer şekilde--sosyal ihtiyaçları olan bir insansan--böyle bir şeye girişme bile. Sosyalliği olan insanların, diğerleri ile mutluluğu yakalama şansı var. Yalnızların ise yok. Yok derken hiç yok. O yüzden her şekilde mutsuzken, yalnızken mutsuz olmak daha akılcıl. Bunu zaten düşünmüştün değil mi? Düşünmüş olman lazım. Çünkü "karar"ın aşamalarından en bilinenidir bu. Karar dediğin tek günde olacak şey değil, süreç lazım, emek lazım, küçük denemeler lazım; sonrası ise geri dönülmesi acılı bir süreç. Ama bu sürece giren, genelde acı denen şeyi düşünmeme eğiliminde.

Peki, aradaki şeyler senin yabancı hissetmemen için. Kendi burcunu okuyan ve "hey, sanırım bu benden bahsediyor" umudu taşıyan bir insanın şapşal tatminkarlığını yaratabilmek için.


En zor şeylerden biri yemek yemek olacak. Yalnız yemeye alışmak da biraz zaman istiyor. Acemi yalnızların en büyük hatası bu işi hızlıdan almak, yemeğin kendisini de. Tepsini alıp bir yere otururken kendini bir canavar gibi hissetme, çünkü değilsin. Kimsenin de fellik fellik kurban edilecek bir canavar aradığı yok. O yüzden rahatça kafetaryanın üzerinde göz gezdirebilir, istediğin bir yere güzelce kurulabilirsin. Hatta gidip en büyük yere kurulmalısın, en dip köşeye değil. Bir hobin var mı, izlediğin bir şeyler, okuduğun bir şeyler, yazdığın bir şeyler? Yanına al, yemeğin keyfini çıkar; zamanını harca. 10 dakikada yenmiş bir yemek mola değil, kafa yormadır. Biliyorsun sen artık yalnızsın, bir şeylere ayıracak zamanın daha fazla olacak, daha efektif zaman ayırmaların olacak. O zaman bir 20 dakika fazlalığı çok görmemelisin kendine. Hakkın olanı kullanmalısın.

Bir meşguliyetin yoksa, sık ve az yemek daha mantıklı olacaktır. Yine zamanını güzel kullan, kafanı dinlendir. Bir zaman gelecek ve sık yemek yerine, normal düzenine döneceksin. Hey, şu her zaman başlamak istediğin diyete bugün başlama ne dersin? Kısıtlamalar, yalnızlığın ve kendi kuralcılığın sayesinde kolaylaşacaktır. Hayır mı? Peki, sadece bir öneriydi, hayat senin.

Çarşamba, Mart 05, 2008

Arman Aksoy'a Sevgiller.

Gene bilgisayar başında geçmekte olan bir günde tarihe dikkat etme soncunda okulumuz ögrencilerinden Arman Aksoy'un doğum günü olması sebebi ile dogum günü kutlamak isterim.
Herkes gibi bende istiyorum buraya derin anlamlar içeren cümleler ama başaramıyorum hep devrik hep devrik cümleler.
Kıssadan hisse Dogum günün kutlu olsun Arman nice senelere.....

Konuyla ilgili yazılmış binlerce eleştirel ve gerçek hikayeden biri - 3. Bölüm

Öğrenim kredisinden devam edelim. Dediğim gibi; postayı verilen süre içinde gönderdiğimden emin olmadığımdan, bir hayal kırıklığına uğrama ihtimaline karşı artık bu konuyu pek düşünmemeye ve önem vermemeye çalışıyordum. Sonucun olumlu olup olmadığını nasıl öğreneceğimi de tam bilmiyordum. Bu mevzuları çok uzatmak istemiyorum. Çünkü konumuz bu değil. Velhasıl kelam; Çavaş'ın internetten yaptığı bir deney sonucu, adıma bir kredi hesabı açıldığını öğrendim. İş, Kadıköy'e gidip banka kartımızı teslim almaya kaldı. Aynı gün akbil işini de halletmeyi düşünüp okula giderek öğrenci işlerine paso ile ilgili okuldan yapmam gereken bir işlem olup olmadığını sordum ve bir adet formla cevaplandım. Doldurup onaylatmam ve Hasanpaşa'daki İETT şubesine teslim etmem istendi. Bir adet de fotoğrafımı yapıştırarak formu doldurdum ve onaylattım. Daha sonra Hasanpaşa'ya doğru yola çıktım. İETT şubesine vardım ve gişe memuruna formumu uzatarak paso çıkarttırmak istediğimi söyledim. O kadar cahilim ki bunun bu kadar kolay olabileceğini sandım. Tabi ki değildi. Memur beyefendi bana önce internetten başvuru yapmam gerektiğini söyledi. Şaşırmadım ve Kadıköy'e doğru bu işi daha sonra çözmek üzere yoluma devam ettim. Soluğu Ziraat Bankası Kadıköy Şubesi'nde aldım. Sıram geldikten sonra durumu izah ettim ve beni Kadıköy'deki diğer şubeye yönlendirdiler, ben de şikayet etmeden yönlendim. Ordaki gişe memuruna da aynı açıklamayı yaptığımda tarafından bana yine birkaç adet kalabalık liste işaret edildi ve listelerden birinde yer alıp almadığımı kontrol etmem istendi. Gidip baktım, ne şanstır ki kendimi hemen gördüm. "Evet varım", cevabını verdikten sonra kaç numaralı listede olduğum soruldu. 3 numaralı listede olduğumu söylediğimde ise 3 numaralı dosyadaki ismimin karşısına bir imza atmam istendi. Neden direkt bu listeden kontrol etmediğimi ya da neden direkt ilk kontrol ettiğim yere imza atmadığımı düşünerek istenileni yerine getirdim. Nihayet; banka kartım ve şifre zarfımı, kartımın kullanıma yarım saat sonra açılacağı bilgisiyle birlikte teslim aldım. Bu arada burda muhatap olduğum hanım da hayatımda gördüğüm en kibar ve nazik gişe memuresiydi. Kendisini burdan sevgiyle anmadan geçemiycem. Bütün aptal ve şaşkın hareketlerime samimi birer gülümseyişle karşılık verdi. Bu işi de böylece hallettik.
Eve geldim. Ben Kadıköy'de iken kartım kullanıma henüz açılmamış olduğundan hesabımdaki miktarı kontrol etme fırsatı bulamamıştım. Bu yüzden büyük bir terbiyesizlik yaparak internet bankacılığını kullanmaya niyetlendim. Ziraat Bankası'nın sitesine girdiğimde benden kullanıcı adı olarak müşteri numaramı ve bir adet de şifre istendiğini gördüm ama ben müşteri numaramı ne yazık ki bilmiyordum. Şifre zarfını kontrol ettim, orda da yok. Sitedeki " sık sorulan sorular" bölümünde, müşteri numaramı, 444 00 00 nolu telefondan öğrenebileceğimi gördüm ve aradım. Operatöre bağlanıp internet şifresi edinmek istediğimi söyledim. Fakat, sitede sorulduğu gibi haylaz operatör de bana yine müşteri numaramı sordu. Sitede müşteri numaramı telefonla öğrenebileceğimin yazılı olduğu cevabını verdikten sonra; şubeye giderek internet bankacılığı ile ilgili bir form doldurup kullanıcı adı ve şifre alabileceğimi söyledi. O anda Levent Kırca'nın her "Olacak O Kadar"da aynı skeçleri yapmasına artık kızmadığımı farkettim. İnternet hesabını, bilgisayar başından kalkıp şubeye gidip almaya çalışmak nasıl bir tezattı böyle. Öfkem inada dönüştü. Artık ne pahasına olursa olsun, karşıma çıkarılan tüm engellere rağmen o internet hesabını alıcaktım. Serüvenimiz sürücek...

Cumartesi, Mart 01, 2008

Konuyla ilgili yazılmış binlerce eleştirel ve gerçek hikayeden biri - 2. Bölüm

Nerde kalmıştık? En son yurdun önündeydim sanırım. Saate baktım 16.50. Ptt'ye yetişip posta göndermek için pek geç bir saat. Mecburen İngilizce kursuna yöneldim. Erenköy'e gitmem gerekiyordu ama dolmuş durakları epeyce uzaktaydı. Taksi ile gitmeye karar verdim. Ne kadar tutabilirdi ki altı üstü? Bu soru, kursun önünde taksiciye uzattığım 20 ytl ile cevaplandı. Böylece bu iş için harcadığım para, notere ödenenle beraber 50 ytl'yi geçti. Sanırım biraz hatalı bir mesafe tayini yapmışım. Konuyla ilgili o güne ait çalışmalarım böylece son buldu.

Şimdi senedi postalama işini halletmem gerekiyordu. Senedi tasdik ettirmemin üzerinden birkaç gün geçmişti. Verilen ek sürenin halen devam ettiğinden emin diildim. Kredi ve yurtlar müdürlüğünün de web sitesinde bununla ilgili bir bilgiye rastlayamamıştım. Şansımı denemek istedim ve Kadıköy'e gitmek üzere hazırlandım. Evden çıktım, durağa vardım ve otobüse bindim. Haydarpaşa Garı'nın önünden geçerken senede bir göz atmak istediğimde postalamak üzere Kadıköy'e indiğim senedi antrede unuttuğumu farkettim. Bu unutkanlık konusuna da bir antiparantez açmak istiyorum. Son günlerde garip bir unutkanlık çöktü üzerime. Çok acaip şeyleri unutur oldum. Arabadan indiğimde kapıyı açık unutmak, evden çıktığımda cüzdanımı ve telefonumu evde unutmak gibi bir sürü örnek verebilirim. Bazen endişelenmiyor değilim bu duruma. Kafam biraz karışık sanırım. Her neyse; konumuza dönelim. En son senedi evde unutmuştum. Saat 16.30 olduğundan eve dönüp senedi mesai bitimine yetiştirmek imkansızdı. Bugün de böylece geçmiş oldu. Birkaç gün sonra nihayet Kadıköy'e inip senedi göndermeyi başardım. Tabii sürenin bitip bitmediğinden emin değildim. Sadece şansımı denemek istedim. Yoruldum, bu bölüm 2 olsun...

Cuma, Şubat 29, 2008

Konuyla ilgili yazılmış binlerce eleştirel ve gerçek hikayeden biri - 1. Bölüm

Birkaç ay önce Burak efendi aklıma öğrenim kredisi alma işini soktu. Ne yalan söyliym iyi de yaptı cidden. Sağolsun, şu an hesapta 320 ytl var. Bir de 3.5 senedir öğrenim kredisi almadığım gibi çıkartmadığım akbil var. Belki de milyar zarar ettim ne gerizekalı adamım. Fakat bu son dönemimde bu iki konuya çözüm getirerek önemli bir maddi açılım yapmayı kafaya koydum. Bu süreç biraz sancılı oldu tabii. Türkiye'de kafasına bir iş koyup eyleme geçtiği anda önüne engeller çıkan her insan gibi benim de önüme ufak tefek engeller ve garip tezatlar çıktı. Biraz bunlardan bahsetmek isterim.
Serüvenimiz Burağın internetten yaptığı başvuruyla başladı. Daha sonra bir bekleme süreci ve benim her bekleme sürecinde yaptığım gibi yine biraz fazla beklemem yüzünden başvuru tarihinin kaçırılmasıyla devam etti. Umudumu kaybettiğim ertesi günlerden birinde, hatırlamadığım bir sebepten okulun içinde deli danalar gibi koşarak duyuru panosunun önünden geçerken son anda duyuru panosuna asılı olması hasebiyle başlığı duyuru olan bir duyuru gözüme çarptı. Bir an acaba diyerek yavaşladım ve okumaya başladım. Evet, senetlerin teslim süresi uzatılmıştı. Kendi kendime bunun bana hayatımda ilk defa bir işin sonuna kadar peşinden koşup başarmak için verilmiş bir fırsat olduğunu düşündüm. Bu sefer çok kararlıydım. Bütün işlerimi bırakıp öğrenci işlerine yöneldim ve senedimi istedim. Tabi ki öncelikle kalın bir listenin içinden adımı bulup imzalamam istendi. Hallettik. Senedi teslim aldık.
-Ee şey, ben şimdi bunu napıcam?
-Size bir kağıt verdik bakın orda yazıyor.
-Hımm nerde acaba göremedim?
-Dikkatli bakın orda yazıyor.
-Peki!
Eve geldim, koca bir usul-ü erkan kağıdı. Nefret ederim böyle şeyleri okumaktan. Yine bulamadım. Tamam tembelim kabul ediyorum. Ama nolur biraz yardımcı olsanız. Tekrar okula telefon açtım.
-Ya ben bu senedimi aldım da bunu napıcam bilmiyorum ben?
-Size bir kağıt verdik orada yazıyor.
-Ben göremedim orda?
-Notere tasdik ettirip, kredi ve yurtlar müdürlüğüne teslim ediceksiniz!
-Peki iki saattir neden söylemiyorsunuz!
-Çünkü kağıtta yazıyor!
-Söyleseniz ölürmüsünüz artistmisiniz!
-Ne biçim konuşuyosun sen ya!
-Kes lan!
Evet, tahmin ediceğiniz gibi daha fazla tartışmak yemedi ve telefonu suratına kapattım. Halen kendisinin nefret dolu bakışlarına muhatabım. Her neyse; şimdi öncelikle Kadıköye inip bir noter bulmak gerekiyordu. Açıkçası ondan kolay birşey de yoktu. Kadıköye indim, kolayca noteri buldum ve tahmin ettiğimden kolay bir şekilde ücretini ödeyip senedimi tasdik ettirdim ve sordum:
-Kredi ve yurtlar müdürlüğünün yerini biliyor musunuz acaba?
"Altunizade'de, Capitol'ün ordaymış galiba" cevabını aldıktan sonra dolmuş duraklarına yönelip, Altunizade dolmuşunu buldum. Hava pek yağmurlu, yerler çamurlu ve "dolmuş" taşmıştı. Bindim, yağmurun uzattığı sıkışık bir yolculuktan sonra Capitol'e vardım ve hiç bir zaman gocunmadığım gibi yine yer sordum. Birkaç olarak nitelendirilemeyecek kadar fazlaca "bilmiyorum" cevabından sonra birisi hala orada olduğundan bile emin olmadığı, pek eski olduğunu söylediği bir yurdun yerini tarif etti. Söylediği yöne yürümeye başladım. Yolda sorduğum üç kişi daha tarifi doğruladı ve bu yol yurdun Capitol'ün yanında olduğunun fazla küçümser bir ifade olduğunu gösterir şekilde yaklaşık 1.5-2 km ve yağmurun altında tahminen 20 dk kadar sürdü. En sonunda yurdu buldum. Güvenlikten geçtim ve gösterilen binaya girdim. İçerde idari işler gibi bişey yazan kapıyı tıklattım. Ses çıkmadı. Açmaya çalıştım, kitliydi. Sinirlendim, zorladım. İçeriden biri kilidi açtı ve şaşırmış bir ifadeyle "buyrun" dedi. "Öğrenim kredisi cart curt" diyince "valla bilmiyorum ben mesai bitti" dedi. Baya bir sövdükten sonra üstünde yurt müdürü tabelası olan açık kapıyı gördüm ve içeri girdim:
-İyi günler, ben öğrenim kredisi senedimi teslim etmeye gelmiştim.
-Ooo o bitti süresi geçti onun.
-Süre uzamış ama?
-Onu buraya veremessin artık. Ankaraya postalıycan.
50 dakika önce Kadıköyde, ptt'ye 5 dakika mesafede olduğumu düşünmem, dışarıya çıktıktan sonra resmi kurumlar için kullanıldığında suç mahiyeti teşkil eden bir çok uzun cümleyle devam etti. To be continued...

Perşembe, Şubat 28, 2008

...

Bir kibrite bakan hatırası kalır en sonunda geriye. Çakarsın kibriti atarsın tüm hatıraların üstüne. Yanan fotoğraflardan birini alır sigaranı ateşlersin. İşte o zaman hatıraların da bir sigaralık, sigaranınsa beş nefeslik ömrü kalır ancak. Allah rahmet eylesin...

Cumartesi, Ocak 05, 2008

Yanıp sönen yeşil ışık

Karda ayağım kaydı bugün, sonra göklere bakarken buldum kendimi. Orada yakın geçmişimde belirlediğim amaçlarımı gördüm, yıldız takımları arasından. Çok uzakta kalmışlardı sanki, bir "of" çektim, karşıki dağlar yıkıldı. Tam "gökyüzünde ne dağı?" demeye kalmadı Zeus iniverdi kucağıma. Hiç istifimi bozmadan sabitlendim bir noktaya. "Ne o, Godot muydu geçen?" dedi, omzumu silktim. Beckett ters döndü rahatsız yatağında, sonra duydum ki hamam böceği oluvermiş, Kafka söyledi bunları bana, git "Olric'i de, Celal'i de, Bay A'yı da çağır; tavşan kovalamaya gidicez" dedi. Dedim "yalnış" bir şeyler var, sonra sıkıldım e-postalarımda en çok yapılan imla hatalarına baktım. Bazı yakınlarımı gördüm, uzaklaştılar. Uzaklarımı gördüm, görünmez oldular. Tuğla aradım, bulamadım; gittim Floyd abimden çaldım, sonradan kendisi çıkageldi, "kaşlarını tıraş etmez misin?" diyeyazdı. Ben anladım, o demeden sustum, yerimden kalktım. Tepeye bir daha baktım, bir dahaki sefere yanımda ip getireceğimi ellerime yazdım.