Sayfalar

Pazartesi, Aralık 31, 2007

Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun

Sevgili ey ahali yeni yılınız kutlu olsun...

Cumartesi, Kasım 17, 2007

"Cnm" nedir abi?

Geri kafalı değilimdir (herhalde), homofobik de değilim, çağın gerisinde de değilim; hafiften asosyalim, hafiften çekingenim, hafiften kafayı bozmuşum ama günümüz neslinin (nam-ı diğer facebook nesli) bir sözüne gıcık oluyorum:

"Cnm"

Ne ki bu? 2-3 senede ne çabuk öğrenmiş, hatta bu söze alışır hale gelmiş herkes. İlk duyduğumda garipsedim oldukça, ama o zaman bu sözü kullanana istisnai olarak düşünmüştüm; gel gör ki ister algıda seçicilik deyin, ister kendini doğrulayan kehanet deyin etrafımdakilerin oldukça büyük bir kısmı bu gereksiz sözü, fütursuzca etrafa saçmakta.

"Kanka" dediler, "kardeş" dediler, "rafık" dediler, "hacı" dediler, "dostum" dediler, "baba" dediler, "dede" dediler, "hoca" dediler, dediler de dediler, fakat ben bir bu lafı oturtamadım şu küçük kafama: "canım".

İstemiyorum sevgili millet, bir kız arkadaşım veya ailemdeki karşı cinsten büyük biri değilseniz demeyin bana "canım". Ne karaktersiz, ne samimiyetsiz, ne düzenbaz bir laf ki bu hızlı bir şekilde ağızdan ağıza yayılmakta.

Oh be! >:|

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Anaaaalar Babaaalar

Gal diye youtube'da arama yapınca çıka gelen hoş bir telefon şakası. Ve bilin bakalım kim?

Cuma, Ekim 12, 2007

Bayram Tebriku...

Ramazan bayramınız kutlu ve mutlu olsun.

Pazartesi, Ekim 08, 2007

Google earth flight simulator

programı açıp ctrl+alt+a

Hadi bakalım kolay gelsin

Cumartesi, Eylül 08, 2007

Biçim biçim yıllar...

Buraların en büyüğü,
O bir başka,
Çelenerman çelenerman
Çok yaşa!

Cuma, Ağustos 31, 2007

Adım Adım

İnsanlardan nefret edip, kendi köşeme çekildikçe annemlerin tabiriyle böğürtülü müziğin önemini daha çok kavrıyorum. Bu müziğin sesini kulaklarımı sağır edecek kadar çok açma isteğiyle yanıp tutuşurken de nedense hep servis geliyor aklıma. Metin'e, Tarık'a ne haksızlık etmişiz bea.

Ne yapalım, bazı şeyler ancak sonradan anlaşılıyor.




Edit: Resmi değiştirdim...

Pazar, Ağustos 19, 2007

Sevgili hayat

Öncelikle bana yureğin kadar ilginç ve dokusu çözülemeyen bu sayfayı ayırdığın için sana çok teşekkür ederim. Yine de de neden satır numaralarının karışık olduğunu, hayatımı yazarken oradan oraya sürüklenmek zorunda kaldığımı anlayamadım. Ama senin gibi bir dostun bunu bana yapmasında bir anlam vardır herhalde. Satır çizgilerinin neredeyse anlaşılamayacak kadar bulanık olmasını yadırgamıyorum ama elime tutuşturduğun bu kalemin ne renkte yazacağını bilememek hiç hoş değil. İnsan kötü şeyler yazarken siyah, cici şeyler yazarken pembe kullanmak istiyor.

Ama senin bir bildiğin vardır herhalde.

Perşembe, Temmuz 26, 2007

Okul Yolu Hikayesi

Klasik bir üniversite öğrencisiydi işte. Uyumlu bir tip sayılırdı. Zorunlu olmamasına rağmen her gün, lacivert kot, beyaz tişört ve mavi konvers ayakkabilardan olusan okul üniformasını giyerdi. Cebinde birinin ucu bitmiş iki kalem, elinde ajandadan bozma, bütün derslere ait bir defter vardı. Kuzeni ve onun sınıf arkadaşıyla birlikte kirasını ödediği giriş katındaki dairesinden çıkmış, uzun yokuşun sonundaki otobüs durağına dogru yürüyordu. Hayata asi tiplerden sayılmazdı. Ama yokusun yukarisina konulan otobüs duragina lanet okumaktan kendini alamadı. Klişe bir üniversiteli söylevi mırıldandı: "Beceriksiz şehir planlamacılar! Ben olsam..." .
Durakta karşılaştığı arkadaşlarıyla birlikte kampüse giden otobüse bindiler ve dört erkek geçtiler en arka koltuğa. Arkadaşlarından biri, o gelmeden önce başlayan geyik muhabbetine kaldığı yerden devam etti:
-Ya işte böyle abi götün yusuf yusuf olunca kafayı çalıştırırsın tabi ucunda ölüm var lan borumu!
-Abi bence adrenalin salgılanıyo o anda o kafayı çalıştırıyo yoksa o göt korkusuyla nası plan yapıcan? Bak kesin o anda heyecanlanıyosun ya abi işte adrenalin madrenalin bazı salgılar vücutta kafayı çalıştırıyo abi
-Lan manyak adrenalinle ne alakası var!O kolu bacağı çalıştırır ancak!
Hiç bişey söylemeden dinledi. Bu tartışmaya katılmak için fazla erken bir saat olduğunu düşündü. Kulaklığını ve küçük radyosunu çıkardı cebinden. Radyoda "saat sabahın körü haberleri" başlamıştı: "Bülent Ersoy ve Alaturka Popstar Armağan sade bir nikahla evlendi. Bir kaç geçe önce İbrahim Tatlıses'in programına katılan çift izleyenlere romantik dakikalar yaşatmıştı. Bu mutlu beraberlik dün atılan imzalarla resmiyete bağlandı." , "Irakta yine intihar bombası, bu kez altmışüç kişi öldü." , "İbrahim Tatlıses milletvekili adaylığıyla ilgili dün bir basın toplantısı yaptı. Ünlü türkücü yaptığı açıklamada şunları söyledi:
-Otobüsümüz gidiyor önüne atlıyorlar bunlar gerçekten mutluluk verici. İndim baktım adamın bir tanesi direğe çıkmış. Düşünebiliyormusunuz adam benim için direğe çıkmış!".
Gerçekten de ilgi çekici haberlerdi. Hangi habere ne kadar süre verildiğini düşünerek kabaca bir önem sırası yaptı. Doğrusu, sonucu eğlenceli bulmuştu. Bir kaç frekans değiştirdikten sonra radyodan da sıkıldı. Belki de yalnızca pencereden boş boş dışarıya bakmalıydı. Öyle de yaptı. Hiçbirşey yapmamak ona pek kısmetli biri olmadığını hatırlattı. Bir türlü şu yeni belediye otobüslerine denk gelemiyorum diye düşündü. Sert koltuklar ve fazlaca sarsıntı, koşan bir adamın omuzlarında yolculuk ediyormuş gibi hissettiriyordu. Bir an düşünmeyi bıraktı ve arkadaşlarına döndü:
"Birşeyler olsun istiyorum" dedi. "Ne olduğunu bilmiyorum ama birşeyler" . "Nassı yani" dedi biri. Bu sorunun geleceğini biliyordu ama yine de hazırlıklı değildi. Aslında ne istediğini o da bilmiyordu. Bu felsefi potansiyeli yüksek sohbet başlamadan kampüs girişinin yer aldığı büyük ve kalabalık meydana ulaştılar. Öğrenciler kalabalık otobüsten adeta döküldüler. Toplu bir kampüse yürüme eylemi başladı. Zaten bu gençler toplu eylemlere bayılıyordu.
O da kalabalığın içinde tek başına bir böcek gibi yürümeyi seviyordu. Yürürken etrafı seyretti. Belli belirsiz etrafı seyrederken hemen yanından gelen hayli sesli bir bağırmayla irkilerek baktı. Bu gördüğü gerçek miydi? Adamın biri "T.C.ye ölüüüüümmm!" diye bağırarak ceketinin düğmelerini koparıyordu. Yarım saniyelik şoktan sonra ondan başka herkes kaçışmaya başladı. Ama onun şoku pek yarım saniyelik gözükmüyordu. İki metre sağında kanlı canlı bir terörist vardı. İnsan ölüm korkusuyla birkaç saniye içerisinde ne kadar çok şey düşünebilirdi. O birçok şey düşündü. Arkadaşlarının otobüsteki geyik muhabbetinden, daha başlamadan biten hayatına hareket katma sohbetine hatta radyodaki intihar bombası haberine kadar bir çok şey. Hatta bir hesap bile yaptı: "Çok yakındayım. Kaçarsam kesin patlatıcak ve belki bacağımı kaybederek kurtulma şansım var. Herifin üstüne atlarsam yüzde doksan yine patlatıcak ve parçalara ayrılıcam. Peki ya herkesi kurtarabilirmiyim?"
Adam gözünün önünde son düğmesini de koparıyordu ki bir anda olanca gücüyle bağırmaya başladı:
-Operasyon iptaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaalllllllllllll!!!! Sakın patlatmaaaaaaaaa sakııııııııııııııınnnn!!!!!!!!
Terörist bu saçmasapan hareket karşısında bir anda aptallaştı. Açıklama bekler gibi bir hali vardı:
-Neeeeee ne diyorsun sen beeeee!!!!!!!!!!
İnanamıyordu işe yaramıştı ama şimdi ne yapmalıydı? Tek bildiği şey çabuk düşünmeliydi. Meydanda görev yapan polisler panik içinde koşuşuyordu. İkinci hamlesini yapmakta geç kalmadı. Yine bütün gücüyle bağırarak:
-Koş seni gerizekalı koooooş bombayı patlatmadan koooooooş operasyon iptal dedim sana kaaaaaaaaaaaaç!!!!!!
Terörist bir anda deliler gibi koşmaya başladı. Herkes bir yana kaçışmış, terörist açık hedef haline gelmişti. Fakat teröristten başka bir açık hedef daha vardı. İlk hedef bombacıydı. Teröristin üstüne bir anda ateş açıldı. Kaçan teröristi izlerken polislerden birinin "kafasına sıkın kafasınaaaaaa gövdeye sıkmayıııın!!!" dediğini duydu. Bu duydukları heyecanını kaldırılamaz bir seviyeye getirdi. Koşsammı diye düşünürken daha fazla dayanamadı ve bir anda gözleri karardı. Olduğu yerde bayıldı. Henüz bayılalı birkaç saniye olmuşken üstüne düşen birkaç yüz kilonun ağırlıgıyla kendine geldi. Gözlerini açtığında etrafındaki beş polis tarafından kollarından sıkıca kavranmış sürükleniyordu. Heyecandan kupkuru olmuş ağzından üç titrek kelime döküldü: "Ben" dedi. "Ben sadece öğrenciyim..." . Zaten polisler de halinden terörist olmadığını az çok kestirmişlerdi. Bu sırada arkadaşları koşarak geldi:
-Komiserim komiserim onu neden götürüyorsunuz arkadaşımız o bizim, bizim okuldan!
Polislerden biri sertçe sordu:
-Bu herif sizin arkadaşınızmı?
-Evet hem de sınıf arkadaşımız.
Polis memuru kendi kendine mırıldandı: "Salağın halinden belli zaten" dedi ve tekrar öğrencilere döndü:
-Şimdi bu hıyarı götürüyoruz. Ama endişelenmeyin. Kendisine iyi muamele edilecek. İfadesini almak zorundayız. Ayrıca ifadesi önemli olmasa bile bu çocuğu yine de götürürdüm çünkü o piç kurusuna deli danalar gibi kaçmasını sağlayacak ne söyledi işte bunu kesinlikle öğrenmeliyim!
Polis arabasına bindirildi. Az önceki diyaloğu sersemlemiş bir halde dinledikten sonra daha da rahatlamıştı. Polis arabasından arkadaşlarına gülümseyerek yorgun bir el salladı. Araba hareket etmeden önce elleri kelepçeli, ne olup bittiğini düşünmek için birkaç saniyesi oldu. Bir süper kahraman gibi hissetmeliydi aslında. Uykudan yeni kalkmış gibi sordu şoför koltuğundaki polise:
-Teröriste noldu?
Polis, kafasıyla meydanlığı işaret etti. Terörist ve ceset torbası yanyana yatıyor, kalabalık bir polis ekibi de başlarında bekliyordu. Baktığı pencereden bir şişe su uzatıldı.Suyu uzatan polise gülümseyerek:"Teşekkür ederim" dedi. "Şu an tek istediğim şeyi getirdiniz."...

Basliksiz yazida bir ilkellik ariyorum...

artik yataktan heyecanla kalkmiyorum.yeni bir gune baslamanin sevincini duymuyorum.hatta kalkmak bile istemiyorum cogu zaman.yataktan kalktigimda ustumde sadece bir boxer var.terlik bile giymiyorum.o ustumde yalnizca bi parca bez olan halimi seviyorum.cunku bunda bir ilkellik buluyorum.ilkelligi seviyorum.kendimi afrika yerlilerine benzetiyorum.aynaya bakiyorum.saclarim darmadagin sakallarim uzamis.sakallarimi kesmiyor saclarimi taramiyorum artik.gitgide bir magara adamina donusuyorum.gitgide bir magara adami olmak istiyorum.kahvaltida ne yedigimi umursamiyorum.tum ekmekten parcalari dislerimle kopariyorum.buzdolabi bozuk.tamir ettirmek istemiyorum.bozulmamis tek sey olan receli aliyor ekmege katik ediyorum.cay bile yapmiyorum.su iciyorum yaninda.sadece su icmekde de bir ilkellik ariyorum.dun yere attigim kiyafetler sabaha kadar orda kalmislar.cikarttigim yerde geri giyiyorum.dolaptan temiz kiyafet cikarmamakta bir ilkellik ariyorum.ilkellikte umutsuzlugu,umutsuzlukta ozgurlugu ariyorum.ben bir magara adamiyim.yazim ve imla kurallari umrumda bile diil.simdi okula gidip sacindan surukleyecek bir kiz bulmaliyim...bu yazi kisa oldu ama ben bir magara adamiyim.uzun yaziya bir kisaya iki...

Cuma, Temmuz 20, 2007

Anteplice

Özümüzden kaçmamalıyız şu sıcaklarda "agam dıbık dıbık oldum" demekten korkmamalıyız..

Pazar, Temmuz 01, 2007

Koku sıkma adabı üzerine *

Koku çoğu varlığın karakteristiriğidir. Biz ademoğulları ve havvakızları olarak farketmişiz ki bunu bir güzel lehimize kullanabiliyoruz, yani ilgilendiğimiz cinsin bizle ilgilenmesi sağlayabiliyoruz. O yüzden biz erekte halde yürüyebilen iki ayaklı canlılara hayranım. Süperiz vallahi...

Koku işini keşfetmem eskilere dayanır. Eski aile apartmanımızda - hey gidi günler hey! - her dairenin kendine özel bir kokusu olurdu. Bizim evin kokusu yoktu ama. Eminim ki herkese öyle geliyordur, çünkü bizimeve gelen herkes, "Hmmm, mis gibi deterjan kokuyor" derdi ama ben bunu alamazdım. Benim sevdiğim Sercan ve Seyhun'un (kuzenlerim) bulunduğu evin kokusuydu. O kokuyu duymak, benim için oyun oynamaktı; mutluluktu. Ciğerlerime doldurduğum o evlerin kokusu öylebir işlemiştir ki aklıma, bunca yıl sonra yine o kokuyu duysam, yine aynı heyecanı yaşarım. Şimdi, yeni apartmandayız ve o eski kokular yerine, yeni ama benzer kokular duyuyorum. Apartmanınher katının kokusu ayrı, hepsi anılarla dolu. Hafızamız salt görüntü tutuyor olsa bu kadar başarılı bir yaratık olamazdık herhalde.



Sonra her insanın kendine has bir kokusu vardır. Arkadaşlarımın kokularını da yakından tanırım. Geçenlerde Erman bende kaldıktan sonra, ben eşyalarını toparlarken, kokusu geçti elime. O kokunun bendeki anısı, dışarı çıkmaktır. Erman her dışarı çıkmadan önce, o kokuyu duya duya şartlanmışım dışarı çıkmaya. Komik geldi, hatta gülümsedim. Eskiden, heyecanlı yeni ortamlara gidişimiz geldi Erman'la aklıma. Süslenip püslenip, kokuları sürüpdışarı çıkmamız. Gibi gibi mesela...

Sonra kızların kokuları var. Onlar öyle bir koku sürmeli ki, yaklaşık olarak 5 metreden duyulabilmeli. Arkalarından yürürken, hafif hafif davetkar bir kokuları olmalı.Ten kokusu değil bahsettiğim tabii ki, o tamamen ayrı. Ama böyle kokuya batmış çıkmış kızlar çekici değiller, onun yerine yaklaşıkta çarpıcılığı artacakkıvamda koku sürmeliler.Bunun tam ayarını bilmiyorum, ama bazıları bunu yapmayı iyi biliyorlar. Tabii bir de kendilerine yakışmalı konu, acayip karışık konu.

Nerden mi geldi bu konu aklıma: Tarık'tan tabii ki. Bir gün hiç unutmam, Tarık geldi oturdu lise sırasına. 10-15 dakika sonra "Öff... Pöfff" demeye başladı. Dedim : "Hayırdır?"; dedi, "Kendi kokumdan tiksindim"; dedim, "O nası oluyor?"; dedi, "Dayım (?) öğretti. Kanın akış noktalarına (bilekler, dirseklerin içine, şah damarlarına) koku sıktın mı daha çok kokarmış, ben de bugün denedim, şimdi kendi kokum bana fazla geliyor...". Kelimesi kelimesine olmayabilir ama anladınız siz onu. O gün bugündür, buna dikkat ederim; hatta kendisini mümkün olduğunca uygularım. Müthiş bir yöntem. Her koku sıkışımda, o konuşma aklımda canlanır; her beni öpen insan "Ne güzel kokuyorsun" dediğinde pis pis sırıtırım.

Hehe, eski günler iyi miydi ne :)

* Bu yazıda bahsedilen her türlü koku sıkma yöntemi, Tarık Emrullah'tan patentlidir.Ona göre.

Cumartesi, Haziran 23, 2007

Gaziantep'te tutanacak köşeler aramak

Yaz, sıcak, kuru, sıkıntı, kimsenin yokluğu, ev ve aile dertleri derken neredeyse 2 haftadır evde tıkılmış kalmış durumdayım. Tabii sırf bu yüzden her fırsatta dışarı çıkmaya can atıyorum, hatta çıkıyorum.

Bugün de haybeden bir nedenden dışarı attım kendimi. Gideceğim yer (baharatçıların orası) de sapa bir köşe olduğundan, nostalji ile evin karşısından şehreküstü dolmuşuma bindim. Hey gözünü sevdiğim, alım şalımlı, zor gün dostu mor şapkalı araç; özlemişim seni. Yandan sarkan kuyruğumla, terlemiş ellerimle ayakta ve iki büklüm gittim çarşıya kadar. İnanılmaz kalabalık yollar, sıçılıyor trafiğe. Çözüm mözüm yalan olmuş, birkaç seneye sabahları trafik çilesini çekeceğiz anlaşılan. Neyse, genelde görünüşümden pek çekinmem (son birkaç zamandır), ama yalnız olunca insan bir başka oluyor. Şimdi bir de G.Antep'in en ücra köşelerine yola çıktığımdan kendimi laf yemeye hazırlamıştım. Neyse ki öyle bir şey olmadı, yalnızca yüzlerce kafayı çevirip bakmalar, arkamdan konuşmalar falan.

Bundan bahsetmişken, geçen hafta penguen almak için Yenbu'nun oradaki Lady'e girdim. Oradaki amcayı çok seviyorum ben, Kristal'de traş olmaya başladığımdan beri oradan dergi&mecvua falan alırım düzenli olarak. Adamla karşılıklı isimlerimizi bilmesek de, hep selamlaşır; hal hatır sorarız. Yine aynısı oldu. Lady amcası bana hal hatır sordu, sonra paranın üstünü uzatırken dedi ki: "Antep'te uzun saçlı olmaktan memnun musun?". Dedim, "Hmm, açıkçası pek değil. Dönüp şöyle bir bakıyorlar her seferinde, ama alışılıyor". Bunun üzerine yanında oturan ve kızı olduklarını tahmin ettiklerim iki kızcağız da hemen sohbete katılıp, "Öyle valla, giydiğin eteğin boyu farketmiyor, etek giymen yeterli..." gibi birkaç arka çıkıcı lafta bulundular. Birkaç destekçi bulmak iyiydi hoştu. Bu da böyle bir anımdır, bugüne dönelim bari:

Çarşıdaki Oral Çoraplarındaki amcayı da çok seviyorum ben. Onla da Lady'deki durum geçerli. Her seferinde hal hatır soruyor sağolsunlar. Çoraplarımı da aldıktan sonra, kavurucu sıcağın etkisiyle, "sıçarım fotoğraf çekmesine" de diyip; aklımdaki fotoğraf projelerini erteleyip yeniden dolmuşa atladım eve doğru. İşte "hayat ne garip" dediğim an o andır. Yıldız İşhanı'nın önünden dolmuşa bindiğimde ben bir yabancıydım. Millet benden rahatsız oluyordu, ben de üstümden başımdan dolayısı ile utanıyordum. Fakat yeni çarşıya doğru gittikçe durum oldukça değişti. Dolmuşta sessizce oturan, kırışık suratlı; şalvarlı amcalar/teyzeler gittikçe yerlerini damla gözlüklü _keşke arabımız olsaydı_ gençlerine bıraktılar. Gittikçe daha çok kabul olmaya başladım ol dolmuşta. En azından binen yeni nesil kızlar falan kesmeye başladılar. Tam dedim "oh be!", gördüm ki erken konuşmuşum. Orkide'nin önüne geldiğimizde markalaşma oldukça zirve yaptı, bu sefer dolmuştaki ben olarak oradaki insanların aşalığı haline geldim. Bu sefer, onlar değil ben onlara bakıp içimden küfretmeye başladım, onlar da sıcaktan alnı boncuk boncuk olmuş bana dışarıdan bakıp iyi şeyler düşünmüyorlardı herhalde, park halinde araçlarına binerlerken. Dolmuş o yol sırasında bayağı bir boşaldı. Sonra kan merkezine kadar yeniden doldu, ben ise o dolmuştaki vasat insan olarak dolmuştan indim. Sırtımda taşıdığım defterime nerede bir şeyler karalasam diye düşünürken, gördüm ki tüm bahçeler gün yapan anne/kızlarla dolmuş. Kendime oralarda da yer bulamayınca eve çıktım, kardeşim ve arkadaşı tarafından istila edilmiş odama giremeyip oturma odasına atıp kendimi, elime geçirdiğim gazeteyi ellerim kararıncaya okudum.



Sonrası mı? Yine hiç heyecanlı bir şey yok. Sadece gitmişliğin hayalleri var sanırım.

Böyle de sıkıcı yazarım, ama yazmam lazımdı.

Pazar, Mayıs 27, 2007

Canım yazmak istedi...

Evet bakalım ne çıkacak.Valla hiç düşünmedim ama ilham perisi göz ucuyla beni kesiyo görmüyorum sanıyo ipne:)Neyse gadasını alırım birazdan.Derken aklıma bi konu geldi arkadaşlar!Yalan eyi deel daha aklıma konu gelmedi.Biraz televizyon izleyim belki malzeme çıkar.Geliyorum...
Later
Buldummm!!!Hem de daha önce bunu yazmalıyım diyip de unuttuğum bir konuyu hatırladım arkadaşlar.Bu hikayemiz Antep insanıyla ilgili.İlginizi çekeceğini ümit ediyorum.Neyse başlayalım bari.
Geçenlerde maalesef bir cenaze töreni nedeniyle memlekete gittim.Bu söliceğim bazılarınızın yüzünde gülümseme uyandırıcak biliyorum ama bu cümleyi kurmayı kafaya koydum başka türlü anlatamıycam.Rahmetlinin vefatı cuma gününe denk geldiği için ben de 3 günlük bir süreyi Antepte geçirmeye karar verdim.Biliyosunuz işte sabah gelirsiniz kahvaltıda katmer sürprizi sonra akşamına kebap gece de beyranı içtinizmi Antep biter.Geriye saat 12 de kapanan tekel bayileri,zaten içersinin balta dolu olduğu bikaç bar ya da birahane ve 11 de kapanan internet cafelerin kepenklerinın verdiği isyanla karışık iç karartısı kalır.Yine bu yüzden tek başıma yaptığım araba gezintilerinden birindeyim ve açık bir internet cafe arıyorum umutsuzca...İlk olarak bizim okulun yakınlarındaki ismini saymama gerek olmayan hepinizin bildiği internet cafeleri şöle bi taradım.Evet saat 11 di ve malesef yalnızca bir tanesi açıktı.İçeri girdim,bir bilgisayara yöneldim ve o ses!Arhadaaşşşııımmm gapatıyoruz!İçimden içimden internet cafenin de senin de hugonun da amına koyim demek geldi.Öyle de yaptım.Hatta dışarıya çıktıktan sonra bir posta da sesli küfür ettim ve bu durum bana şu soruyu sordurdu:Neden dedemin bilardo salonuna gidip kendimle hem oyunun hem tostun hem de çayın sınırsız ve beleş olduğu tam pansiyon bir maç yapmıyorum?Üstelik saat 1 e kadar da açık!İçimden seslice yuppiiiii demek geldi.Öyle de yaptım.Çünkü arabada yalnızdım.Bilardo salonuna vardığımda Adnan abi ve tayfasının yine yalnız ve yine ihale oynuyor olmalarına şaşırmadım.Kendime bir ıstaka aldım,topları dizdim ve başlama vuruşunu yaptım.Aynı anda ıstaka ve toplardaki itaatsizlik dikkatimi çekti ama farketmemezlikten geldim.Sonra masadaki koca çay lekesi dikkatimi çekti ama bunu da görmezden geldim.Sonra bi kaç vuruş daha yaptım ve topların istediğim yöne gitmemesi artık ciddi manada sinir bozucu bi hale gelmeye başladı.İçimden içimden toplara küfür,dedeme de sitem etmek geldi.Öyle de yaptım...Çünkü Adnan Abi beni duyabilirdi.Saate baktım 11.30 du.İçimde bir ümit uyandı:Acaba çarşıya doğru gitsem dünyaya bağlanabileceğim bir yer bulabilir miyim?Bu ümit uyanmakla kalmayıp bir de beni kolumdan çekiştirdi.Klemenza Adnan ve adamlarına eyvallah diyip Kırkayağa doğru yöneldim.Bedestenin etrafında şöööööylee bir tur attıktan sonra Gap otelinin karşısındaki arada bir internet cafe gördüm ve çok sevindim.İçimden vay amına koyim demek geldi.Öyle de yaptım.Arabayı tam Gap otelinin karşısına üstünkörü park ettim ve indim.Sonra bir Antep gece yarısı insanı gördüm bana dedi ki:"Arhadaşşşııımmm az daha yanaştır galdırıma".İçimden o adama seslice "sanane amina godoğom!" demek geldi.Ama öyle yapmadım.Çünkü adam beni dövebilirdi.Ben de içimden dedim ama içimden demek zorunda olmam biraz içime oturdu açıkçası.Arabayı kaldırıma biraz daha yanaştırdım.İndim ve adama kendisinin park etme şeklime karışmasından pek de memnun olmadığımı belirtir bir ses tonuyla;"İstediğin kimi oldumu yoooorruuumm!" dedim.Adam da bu memnuniyetsizliğimi anladığını belirten bir ses tonuyla bana cevap verdi ve dedi ki; "Bak polis de orda iki saattir gelip gidip arabaları çekiyler ondan dedim galdırıma yanaştır diye".O anda aklımdan çok şey geçti ama sanırım en çarpıcısı İstanbulda gördüğüm insan tiplerinin beni insaniyet adına ne kadar karamsarlaştırdığını anlamam oldu.Burası Antep dedim kendi kendime burda insanlar hala karşılıksız iyilik yapabiliyor!Adama özür diler gözlerle baktım ve ezilmiş bi halde; "Haa ölemi abi peki saol" dedim ve artık internet cafeye yönelmem gerektiğini düşündüm.Öyle de yaptım.Yüzümde aptal bi gülümseme ve içimde abartılı bir iyimserlik vardı.İnternet cafenin kapısını araladım.Cafenin sahibi olduğu içeride kendisinden başka kimse olmamasından anlaşılan adama "Selamün Aleyküm" dedim.O da bana "Aleyküm Selam kardeş kapatıyoruz ya kusura bakma" dedi.Çok kibardı.Bi an büyük beyaz kanatları var gibi geldi ama sanırım yanlış gördüm.Ben de ona aynı kibarlıkla "Peki abi kolay gelsin,iyi akşamlar" dedim.Sonra arabaya yöneldim.Bana hayatımın derslerinden birini veren Antep insanı ordaydı.Ona da "İyi akşamlar" dedim utanmış bir ses tonuyla.O da bana gülümseyerek aynısını söyledi.Onun da kanatları vardı sanki.Sonra arabaya bindim.İçimden kendime küfür etmek geldi.Öyle de yaptım...

Cuma, Mayıs 25, 2007



İlginç bir reklammış baya bi hoşuma gitti

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

Kadiköy-Taksim Hattı Ambiyansı

Evet bildiniz su kadikoyden kalkip besiktastan gecerek taksime varan sari dolmuslarin birindeyim. Trafik biraz sıkıştı dolayısıyla kulaklıklarımı takmaya karar verdim ve az sonra boğaz köprüsünden geçeceğimizi de hesap ederek Gary Moore dan Parissienne Walkways i dinlemeye karar verdim. Tam önümde eve dönüşte değil de gece gezmesine doğru gidişte olduğunu tahmin etmesi pek de zor olmayan bir hatun oturuyor. Hemen müziğin sesini kulaklıktan taşacak bir seviyeye getirdim ve evet seksi bayan, bu kimisine romantik kimisine ise erotik gelen melodileri duydu ve omuzlarını örten parlak taşlı hırkasını üstünden attı. Offff tamam yaa hava biraz sıcaktı kabul ediyorum ama gene de şarkının hiç mi etkisi olmadı yani? Efendim? Sarı dolmuşlarda motor sesinden dinlediğin müziği sen bile zor mu duyuyosun?Abi bi defol git sıçtın fantazimin içine amına koyim senin yaa!!! Ama bi düşünün yaa gerçekten öyle olsa sizce de manyak olmaz mıydı? Saol yaa bu konuda bana katılmana sevindim yavşak seni! Neyse ne diyordum evet ablamız bronz omuzlarını fora etti ki boğaz köprüsüne geldik! vay bee mükemmel zamanlama abla helal olsun! Evet beyler; şimdi sağımda şahane boğaz manzarası ve tam karşımda fevkaladenin fevkinde bir çift kadın omzu. Öğrenciler! Emekçiler! Bununla kaldığını sanıyorsunuz deilmi! Hayır bitmedi! Bu ablanın iki omzunun arasında bir de kelebek dövmesi var kardeşlerim amannnn sabahlar olmasınnnn (diye bir alıntı)!!!
Ne diyor ismi Gary kendisi müzik konusunda baya ileri abimiz; "I remember Paris in '49," diyor but I can't remember Paris because i didn't see the Paris maalesef. Ama gel gör ki şu boğaz köprüsü ve güzel omuzlu, şekil dövmeli ablamızın el ele oluşturduğu Kadıköy-Taksim hattı muhteşem ambiyansı ne champs-elysee yi ne de Paris Kaldırımlarını aratmıyor kardeşlerim...
Abi konsolosluğun önünde ineyim bi zahmet...

Salı, Mayıs 22, 2007

Gün doğumundaki bulutları kurtlara benzettim



Eveeet... Bir hevesle başladığım, "bu sefer farklı abi" dediğim iş daha boka sardı. Dün yazdığım bir özeleştriden sonra bugün yapılan olağanüstü kurul toplantısı ile şunu anlamış oldum: Hep aynı olacak, hiç umut yok.

Bu yüzden bundan sonra bilgisayar ile alakalı işlerde bir başkasının altında çalışmaktan vazgeçtim. Yeni işe girmeyeceğim, mümkünse beraber yeni bir iş yaratacağız. Can dostum Erman'ın da gavur dağlarından gelmesi ile heveslenip, kendisi ile geleceğe dair güzel planlar yaptık. En yakın zamanda bir araya gelip aksiyona girişmeliyiz hacılar. Zaman bizim zamanımız, bir başkasının değil.

Yapılacak çok şey var ;)

Cuma, Mayıs 11, 2007

Hayat, vizörün arkasından daha bir farklı

Bilirsiniz, oldukça takıntılı bir insanımdır. Bir şeyi yaparsam, tam olarak yapmak istediğimden dolayı; o konuyu didik didik etmeden duramam, bıkınca da hemen vazgeçerim. Fotoğraf mevzuatı da böyle mi oldu diye bir çok kez düşündüm. Ama kesinlikle değil. Peki nedir durumlar?

Unutulmaz lise yıllarımızın hatırlarında Erman'ın ve çeşitli fotoğraf makinelerinin yeri kesinlikle tartışılmaz. O zamanlar fotoğraf benim için hiçbir şeydi, ya da en azından öylesine bir şeydi: fotoğraf çekmek, albüme koymaktı. Sevgili dostumun güzel fotoğrafları, dijitalin rahatlığı ve ihtiyaçlar doğrultusunda, üniversiteye başladığım zamanlarda oldukça indirimli bir ürün olan tam otomatik bir Kodak ile kamerayı ciddi anlamda elime almış oldum. Hala fotoğraf çekmek için benim için fotoğraf çekmekti, anıları saklamaktı. Uzunca bir süre elimde sürekli olarak bu makineyle dolaştım, otu boku çektim, insanları çektim, paparazilik yaptım. Bu süreçte yine ihtiyaçlar doğrultusunda fotoğraf makinemin sınırlarını öğrenmeye, mecburiyetten dolayı eksikliklerini görmeye başladım. Aynı bu bilinçlenme süresince deviantArt gibi bir site ile de tanışma imkanım oldu. Baktım insanlar çekip, manipüle edip yolluyorlar; cici cici yorumlar alıyorlar, "Nedir ki yani? Ben de çekerim böyle" dedim ve az da olsa konsept farklılığından fotoğraflar çekmeye başladım. Çektim, çektikçe kestim/biçtim, renkleriyle oynadım yükledim; yorumları okudum. Güzeldi, az da olsa takip edenler, arkadaş ortamı falan oluşmuştu.

Sonra, deviantArt'ta da düzgünce gezdikçe, benim çekemeyeceğim fotoğraflar görmeye başladım. Bunlar kesinlikle farklı şeylerdi ve benim yaptığımla uzaktan yakından alakası yoktu. Açıkçası çok utandım. Galerimi açıp bir daha baktım ve aslında bir hiçten başka bir şey olmadığını gördüm. Yorumların hepsini tekrar okudum ve çoğunun boş şeyler olduğunu fark ettim. Titreyip kendime geldiğim zaman o zamandır. Birazcık araştırmayla, bu konuda biraz daha ciddi düşünmem gerekiyorsa, daha iyi bir makine edinmem gerektiğini fark ettim ve babamın yardımıyla bu amaç doğrultusunda bir tane edindim. deviantArt'a veda ettim, sadece izlemeye başladım. İzledikçe öğrendim, bu konuda okudum, inceledim; deneme/yanılmalar yaptım, kendimi test ettim, bir şeyler ortaya çıkardım, taklit ettim ...

Şunu anladım fotoğraf çekmek aslında oldukça zor bir iş. Bir süredir, fotoğraf çekiyorum ve bunun öncesinden farkı, fotoğraflarımda artık bir düşünce aktarmaya çalışmam. "Aa, desen ne kadar süper, dur şuna bir makro çekeyim" benim için bir fotoğraf çekme biçimi değil artık. Yazı yazarken nasıl düşüncelerimi toplarlamaya, onları kelimelere dökmeye çalışıyorsa bir insan, ben bunu bir kareye ışıkla çizmeye çalışıyorum. Bunun için çoğunlukla yalnızlık gerekiyor ki düşüncelere dalabileyim. Eğer bir sahneyi 15 defa çekiyorsam, ben o anı 15 defa düşünüyorum demektir. Her seferinde farklı düşünüyorumdur, doğruyu bulmaya çalışıyorumdur. Hiçbir zaman düşüncelerimden kaçmam, fotoğraf silmem. Ama düşüncelerimi beğenmeyebilirim, bu bir iç sorgulamada insanın en doğal hakkıdır, belki utanırım, belki "afferim bana" derim, belki "yanlış" derim. Dediğim gibi, yeni makinemden çektiğim neredeyse her fotoğraf benim için bir doğruluk testidir, estetik arayışıdır ve değerlendirmedir. Ne zaman o fotoğrafları bilgisayarıma aktarıp, tek tek nasıl olmuş diye bakarım; o zaman maziye dönüyorum demektir. Şu bir gerçek ki, neredeyse hiç bir fotoğrafımı beğenmiyorum, hatta iğrenç buluyorum. Bu yüzden fotoğraflarımı insanlarla paylaşmıyorum, kendi kendime saklıyorum.

Paylaşmak.... Tabii ki fotoğraflarımı gösterdiğim insan(lar) var, olacak. Tek istediğim, "Hmm, güzel olmuş", "Vayy süper çekmişsin" demeleri değil. O fotoğrafta gerçekten ne bulduklarını bana içtenlikle aktarmaları. Nasıl ki her düşüncem, her insan için doğru değilse, tabii ki de benim seçtiğim bir fotoğrafı karşımdaki beğenmeyebilir. Neden beğenmediğini öğrenmek ise benim için bir zevktir, mutluluktur. Eğer ben bir fotoğrafımı paylaşıyorsam, bu konuda ciddi bir eleştri bekliyorumdur. Ben bir fotoğraf gösteriyorsam, sizinle mahremiyetimi paylaşıyorum demektir, saygı bekliyorum demektir. Ve genelde insanların bunu beceremediğini, onları böyle bir yükün altına sokmak istemediğimi ve beni anlayamadıklarını bildiğim için fotoğraflarımı yayınlamaktan çekiniyorum. Fotoğraf paylaşım sitelerine fotoğraf göndermeyişimin sebeplerinden biri budur.

Bir diğer neden ise, kesinlikle özgürlükle ilgili. Eğer ben bir fotoğrafımı yayınlıyorsam, yayınladığım site benim düşüncelerimle paralel olmalıdır. Bir site, gönderdiğim fotoğrafımın lisansının seçimini bana bırakmıyorsa, özgürlüğüm kısıtlanıyordur. Yarışmalar haricinde, bu tür dayatmalara kesinlikle karşıyım. Ben bir fotoğrafımın otomatik olarak "copyright"lanmasını istemiyorum. Lisanssız yayınladığım (e-posta grubunda paylastığım) fotoğraflar da zaten umrumda olmayanlar. Onlara ne olursa olsun, canları cehenneme. Ama benim düşüncem olan bir fotoğraf, üzerinde uğraştığım, bir ağaç dalını kadraja almamak için binbir maymunluk yaptığım bir fotoğrafımı "Upload" tuşuna basarak feda edemem, etmem, edilmesini istemem.

Fotoğraf benim için başından sonuna çok değişti. Arayışlarımda bana ortak oldu. Birçok kez bu yazıyı yazmak istedim ama hep vazgeçmiştim. Bu sefer üşenmedim yazdım, içimi döktüm. Oh be!

Cuma, Nisan 27, 2007

Ohş!

Yarın geceden itibaren, 4-5 günlüğüne sanal alemden kopup, hakiki alemin güzelliğinde kaybolacağım. Denize gireceğim, güneşin tadını çıkaracağım, rusların arasında yakışıksız hissedeceğim falan.

E-posta da attim, niye cevap vermiyor bu şerefsiz demeyiniz, aciliyette cepten ulaşınız (o kadar da kopmadık daha :P)

Bu arada, amma kazanmışız yav :

Pazar, Nisan 22, 2007

Mehmet ince'ye ithafen...

Öncelikle nasılsınız der ve şu videoyuda sizinle paylaşmak isterim :D

Bir başka ben olarak doğmak

Oturduk izledik. Tekrar izledim. Tam da hatırladığım gibiymiş. Sevgili dostlarım, siz de izlediyseniz de üşenmeden tekrar izleyin. Bu film çok şey anlatıyor, sorunum(uz)a en tuzlusundan koca bir parmak basıp, bir de ballı çözüm sunuyor. Öyle cici mi cici bir film:



Not: Metin uyanıksan hala arayabilirsin :P




Cumartesi, Nisan 21, 2007

SHAPE OF MY HEART


Kağıtları bir meditasyon olarak dağıtıyor

Ve onlarla oynarken hiç şüphe etmiyor

Kazandığı para için oynamıyor

Saygı için oynamıyor

Kartları cevabı bulmak için dağıtıyor

Şansın kutsal geometrisi

Muhtemel sonucun gizli kanunu

Sayılar bir dansa öncülük ediyor


Biliyorum ki maçalar bir askerin kılıçları

Biliyorum ki sinekler savaş silahları

Biliyorum ki karolar bu sanat için para demek

Ama hiçbiri kalbimin şekli değil

Karo valesini oynayabilir

Maça kızını serebilir

Elinde bir papaz gizleyebilir

Onun hatırası solarken

Biliyorum ki maçalar bir askerin kılıçları

Biliyorum ki sinekler savaş silahları

Biliyorum ki karolar bu sanat için para demek

Ama hiçbiri kalbimin şekli değil

Hiçbiri kalbimin şekli, kalbimin şekli değil

Çarşamba, Nisan 11, 2007

ben bir hata yaptım

az önce uğraşıp içimi dökmüştüm buraya ama nasıl başardımsa gitti hepsi.tek bu resim kaldı.

Cumartesi, Nisan 07, 2007

Karanlığa gömülmek istiyorum

Abi hiç anlamazdım, böyle evin içinde köşeye çekilip cenin pozisyonuna geçenleri. Derdim ki, "ne artistler lan, sanki bok oluyor". Pişmanım, aynı duyguları ben yaşıyorum bir kaç zamandır. Böyle ışıkları söndürüp, evin en kahpe köşesine geçip saklanmak istiyorum.

Ne biçim bir şey, bazen oluyor ki her şey birden üstüme geliyor. Öyle böyle değil, hepsi birden. Sesimi tuştan kısıp, dinlemeye geçiyorum; ama düğme yalama oldu zorlamaktan artık. Kopsa kurtulsam diyorum da, o zaman da fazla çıkış olabilir sanki. Hoş olmayan şeyler olacak sonra.

Anlayamıyorum - hala anlamıyorum - bir türlü olmayacak. Olamayacak hayaller yaratıyor herkes, olabilecek hayallerden. Yok mu ihtiyaçlarımın karşılandığı ama benim yalnız kalacağım bir yer. Kafam esince de çıkıp arkadaşlarımı göreyim. Bu yaz manastıra falan mı gitsek ne yapsak.

Şöyle bir şey tam anlamıyla:


Cuma, Mart 30, 2007

: (

Ozledim ulan hepinizi serrefsizler... Cok ozledim lan, oyle boyle degil hani.. Ama ilginctir biraz dusununce bunun Amerikayla falan bi ilgisi yok onu farkedince daha bi huzun kapladi icimi, daha bi ozledim acikcasi...

Çarşamba, Mart 21, 2007

T-shirtle gezdim bugün

Ders çalışıyorum harıl harıl. Nedir yarına math202 sınavı vardır, o yüzdendir. Halbuki bu sefer çok güzel plan yapmıştım. Bugune yalnızca PS soruları ve arşiv kalmıştı (güya). Ama birkaç gündür üzerimde inanılmaz bir bunalmışlık var, yani hep var da bu sefer ki pis koydu. Kaç gündür uzun saatler uyuyorum, gülme için gerekli kaslarımı kullanamıyorum - kısmı felçler.

Neyse bugün de durum pek farklı değil, tam ders çalışııyordum elektrikler gitti. Azıcık mum yaktım, fiziksel ihtiyaçlarımı gidermeye başladım. O zaman mumu sevdiğimi hatırladım. İnsanı düşünmeye iten bir yönü var. Lamba gibi değil, lamba sıçıyor ortalığa. Mum karanlığa karşı savaşıyor gibi biraz, yaşlanıyor, titriyor, bir sıcaklık yayıyor. Canlı gibi biraz da, yalnızlık alıcı.

Lamba öyle mi? Soğuk beyaz bir ışık kaynağı o (yenileri diyelim). O kadar çok titriyor ki, biz bir bok anlamıyoruz. Hiç elimizi yaklaştırma ihtiyacı duymuyoruz, zaten karanlığın da a.g.d. şerefsiz şey. Mayıştırıyor mu desem sanki? Öyle bir şeyler.

Hem bak bugün mum ne yaptı: ben koydum bunu bir başka sıvılaşmış mumun içine, donsun; ayakta dursun diye. O da öyle yaptı. Sonra yavaş yavaş bir tarafa yatmaya başladı, yattı, yattı, yattı. Yatarken yattığı taraftan azıcık erimiş mum damladı, arkası geldi. Mum eğilirken, bu yandan oluşan sarkıt aşağı doğru büyüdü sonra dondu ve destek haline geldi. Mum devrilmeyi durdurdu, öyle yanmaya devam etti. Sonra mum eridikçe, destek de üstten üstten erimeye başladı; en son gazeteleri yakacak diye üfledim; her şey dondu. İçeriden "bip" sesi geldi, sebil seslendi...

Bu arada Pazar günü Ankara'ya gidiyorum uleyn. Linux'culerin toplantısı var, katılım zorunlu. Cmt gecesi çıkacağım, yolda uyuklayacağım, dost göreceğim biraz, sonra ertesi gece bir daha yola çıkıp okul yaşamıma devam edeceğim. Var mı bir isteğiniz?

Düşündüm de yorgunum, hem de çok yorgunum.

Selametle

Salı, Mart 20, 2007

Sipru

http://www.dogusyayingrubu.com/sipru/test/setup.rar Dogus yayın grubu ilginç bir program yapmış alpha aşamasındaymış :P

Bunun sayesinde radyı ve tv kanallarıda izleniyor ayrıca ntv e2 mtv cnbce powertv fashion tv filan yayınlanıyor. radyolarda da radyo eksen n101 power fm falan filan var


yani bir nevi ntvmsnbc'nin haber servisinin biraz daha günümüze uygulanmışı çok fonksiyonel olma konusu tartışılır daha çok kullanmadım ama güzel bi program gibi :P http://www.dogusyayingrubu.com/siprulogin.aspx buradan da kayıt olmak gerek


Hepinize iyi akşamlar :P

Çarşamba, Mart 14, 2007

Bazen

Bazen diyorum gerçekten, önümde gazete ile temizlenmeye çalışılırken bana yamulan bir dünya gösteren bir ayna içinden görünenler de gerçek mi? Öyleyse, acaba başka bir insan olur muydum?

Keşke...

Pazartesi, Mart 12, 2007

Yazacak çok şey varda vakit mi yok ne?

Sevgili Dostlar

Hep Arman'a bi blog yapalımda yazalım dedikten sonra buraya hiç bişey yazmayı başardıgım için önceliklee kendime hakaret ediyorum . Birde bu kadar agdalı bir cümle kurduktan sonra devamını getiremenin korkusu içerisinde yazmaya devam ediyorum.

Metin gittigidiyorda iş yapma üzerine çeşitli görüşler belirtmişsin çok güzel bir iş gittigidiyor %10 komisyon almasına ragmen oldukça karlı ki benzer bi site olan hemenalsat.com komisyon bile almıyor .Her neyse gittigidiyordan daha iki gün önce iki ürün aldım ve akşamınada zamanında aldıgım wireless kulaklık bi işe yaramıyor bare satayım demem ile satışa başladım ve inanılmaz derece ilgi gördü ve 55 tekil kullanıcı ziyaret etmiş .
Gittigidiyorda sipariş üzerine satış gerçekleştiren adamlar bile var kargo süresin 8 ilaa16 gün arası dededikten sonra yurtdışından daha uygun fiyata çeşitli İpodları yurt dışından alıp geri burada ki kişiye yollayan firmalar bile varken . Sen ben kesin iş yaparız :P valla ben evde kullanmadıgım çöpümü bile satabilirim .....

dükkan mantıksız zaten ürünü almak isteyen her halikarda alıyor internet kullanıcısı olan bi kişi gittigidiyordan alışveriş yapan mantıklı bi birey yani çogunlugu bu dükkan formatına çokda dikkat etmiyor ..ürün fiyatı ürün kalitesi ve durumu yeterli ..

ERman Adam'da aşkdan meşkten bahsetmiş ve kendisi harbi çok haklı sonuna kadar destekliyorum insan böyle hissetmesi çokda güzelmiş .Bu olayı şu an an be an 6 aydır bir gün bile tartışmadan yaşadıgım için çok iyi anlayabiliyorum sevmek birilerini sevmek gerçekten çok güzel bir duygu .
Ama karşılıksız sevgi bence olabilecek bişey örnegin platonik aşk ismaniş sevinçin yıllarsa manolya'ya olan aşkı mesela gerçekten karşılıksız aşk ..
Sevgilinin yada arkadaşına güzel bi hediye alıp onun mutlu olmasını bi karşılık olarak görüyorsan ki buda ilginç bi çelişkidir.

Sevebilmek aşık olmak bence o kadar karmaşık bi durum degil. Yada saçmalıyorum bilemiyorum her türlü yoruma açıgım..

Ama şunu ekleyeyim Sevgilin gözünün önünde kaza yapınca ve bu olayın üzerine sende "Keşke ben yapsaydım " diyebiliyorsan
İkimizde kaza yapmayalım diyedebilecegine keşke ben yapsaydım diyebiiliyorsan var bu işin içinde karşılıksız bi sevgi .......


ARman ve Erman bu arada bugun cnbce'de ilk iki bölümü ile yayına başlayan heroes'u bende izlemeye başladım ve oldukça begendim . umarım kaçırmadan izlerim ...

Arman bu arada gen bilimi ile "number 23 " arasında bi ilişki var mıdır yokmudur? bana bunun cevabını verebilirmisiniz????
:P 2n=46 n=23 ne demek bu :P

G+a+l+d+ı+R+ı+m=
7+1+15+5+11+21+11+16=87 neyse işte böyle yani :P


Bu cümle dahil Sürçi lisan ettiysek affola .

Cuma, Mart 02, 2007

Özgür Bilim

Bu sefer bunun arkasındayım. Çok sevgili insanoğlu, özellikle de çevremdeki "özgürlüğün" gerçekte nasıl uygulandığının farkında bile değiller.

Herkes bir şeyler buluyor, herkes bir şeyler yapıyor ama bunlar öyle bir gizli tutuluyor ki, tekerleği bir kez daha keşfetmek için bir kez daha başa dönüyoruz.

Amacım: ateşi bulana, soğuktan donanlara yardım etmesinin önemini anlatmak, mümkünse ateşin nasıl bulunduğuna dair bilgilerin gerektiğini kullanılmasını sağlamak.



Bunu uygun bir zamanınızda izleyin. Ne demek istediğim konusunda az çok fikir sahibi olacaksınız. Çok sayın Meren beylerin tavsiyesi üzerine izledim ben de :)

Değil mi?

Çarşamba, Şubat 28, 2007

ayşe armanı izlemediyseniz izleyin

http://www.youtube.com/watch?v=wxuFs0JeGj8

Perşembe, Şubat 22, 2007

Biraz da potansiyel uzmanlığım hakkında

Canlıların çıkarı nedir? Canlıların neyin, neye göre iyi olduğuna karar verir? Bir kararın, diğerinden iyi olduğunu nasıl anlayabiliriz ki?

Tamam, bu sefer biraz eğitimimle ilgili konuşacağım. Yüce bilgin, Richard Dawkins (bir zoolojist ama genetik konusunda oldukça yetkili) yazdığı kitaplarda çok güzel noktalarda, çok mantıklı açıklamalarda bulanan bir insan. Kendisi ile tanışmam "Gen Bencildir" ile oldu, birlikteliğimiz "Kör Saatçi" ile devam etti. "Gen Bencildir" insan ben-ciliği üzerine etkileyici bir bilimsel roman.

Olayı burada tekrardan yazmayacağım çünkü sayfalarca uzun sıkıcı bir yazı haline gelebilir. Biliyorum bıktınız benim deterministliğimden ama canlı davranışlarının çoğunun, arkaplanda yatan ve istatistiksel olarak kanıtlanabilen bir çıkar sağladığının kanıtı veriyor kitap: mümkün olduğunca gen(ler)i bir sonraki nesle aktarmak. İlginizi mi çekti, buyurun okuyuz; böylece aile büyüklerinin, küçükler uğruna "kendilerini feda ederken" ne tür bir kazanç elde ettiğinin farkına varabilirsiniz.



Üstte gördüğünüz kör saatçi ise, genleri öven; evriminin mantıklarını tartışan bir kitap. Oldukça etkileyici olduğunu söyeleyebilirim. Bu kitabı okuduğunuzda ise şu sıralarda gözümüze gözümüze batırılan "Küresel Isınma"dan biraz daha az korkabilirsiniz. Bu konuda azıcık bir doluşla şunu yazmışlığım oldu: (bkz: kuresel isinma)

Bunlar işin detayları, arkaplanları. Bunları bilmek hayatta bir yarar sağlıyor mu? O konuda bir şey diyemeyeceğim ama şu an için bana bir getirisi yok. Arayışlarda olduğum şey bu. Gerçekten bir yararım olabilir mi?

Her neyse, Occam ustamın usturasına göre basit olan güzeldir; nedir? Erman'a katılıyorum demektir. Ivır zıvırı boşver, yaşamana bak. Kesinlikle. Ama olmuyor, olamıyor. Bir türlü içim(iz) rahat etmiyor, kendimizi bir acayip düşünürken buluyoruz. Bundan kaçış olamayacığını anladım, bunu kabul ettim; gerisi keyif.

Bir fikir peşindeyim, ama öyle göstermiyorum :)

bu sabah erken uyandım

evet,20 günlük bir antep macerasının ardından 2 gün önce beni benle bırakan tek yer olan evime geldim.antep macerası derken biraz içim burkuldu çünkü eksik kaldık biraz , saygıdeğer arkadaşım erman çelen yoktu aramızda.ama bir çayırgan vardi ki üff üfff.herneyse epeydir hiç olmadığımız kadar daha sık ve uzun süreli görüşmeler yaptık bu sefer.tabii genelde bunuda bu işleri pek sevmeyen arman adama borçluyuz.yani hemen hergün dışarıda beraberdik.ilginç olan ise başka yoktu.bir başka hiçbirşey yoktu.işte bu süreç içerisinde bize bizden başka fayda olmadığını anladım.aslında bu süreç içerisinde birçok şey anladım veya anladığımı sandım ancak üst komşum modemini kullandığımı anlayınca şifre koymuş ve bende tekrar 10 sene önceye dönüverdim bir anda ve haşim haşim 146 çevirmeye başladım.dolayısı ile içimi dökemedim buralara.dün gece biraz bişeyler karaladım ve uykuya daldım.ama uyuyamadım.bu mevsimde sivri sinekmi olurmuş anlamadım.ordanda küresel ısınmanın ne kadar boktan birşey olduğunu keşfettim.böyle giderse bir kış günü evde sivrisinek kovalarken bir yaz günüde soba başında kestane yapabileceğimi düşündüm.ve bu sabah erken uyandım.küçücük bir sivrisinek gecemi altüst etmeye yettide arttı bile,huzurum kaçtı.

gönülçelenin yazısını okudum kısmen katıldım kısmen açmak istedim ama çok uzun yazıların işe yaramadığını faarkettim.başını okurken aklına geleni yazarken unutuyorum.bu sebepten cevap olarak birşey yamadım.bundan sonrada daha kısa, öz ve vurucu cümleler yazabilmeye gayret edeceğimi peşin peşin belirteyim.ama yaptığım çıkarımı tek cümleyle "umudunu kaybetmek özgürlüktür"olarak belirteyim.

armisim sana ellerine sağlık demkten başka birşey diyemicem.logoları sana bugun yollarım.ama ellerini kollarını kireçlendirme be baba,,kenidini bilgisayar başında bulduğunu düşündüğünü düşünüyorum ancak başka yerlerdede kendini bulabilecğinden eminim.

buarada TİCARET ŞİRKETLERİ isimli ansiklopedik bir kitap aldım.artık buişin bilmediğimiz proseduru kalmayacak.bununla beraber şimdi açıklamayacağım birkaç proje var.anlıyacağınız artık şirketimizi yavaş yavaş somutlaştıracağız.erman senden ricam bize bir isim ve logo bul.bu işlerinde uzmanı sensin nede olsa.

gittigidiyorda dukkan açma olayınada baktım.gayet kolaymış sadece aylık 25 ytl isitiyor.ama pekte mantıklı gelmedi çünkü dukkan olarak satış yapına listenin en altınada kalıyo.bence yine artırma şeklinde satışlara devam etmek lazım.buarada aklınıza gelen sektör fikirlerinizide lütfen paylaşın.sonuçta sektörsüz bir şirket işe yaramaz.

Yaziyorum, sonra sileceğim

İki gündür sabahı bilgisayar başında, bileklerimi kireçlendire kireçlendire ediyorum. Şimdi ne yaptığımı gösteremeyeceğim ama güzel oluyor hakkaten. Bu seferki işimin önü daha açık. En azından son teknoloji kullananınca seviniyorlar.

Her neyse, Metin iki gündür seni arayacağım da unutuyorum sürekli. Dedim Galdirim'a yazayım da o hatırlatsın bana; sonra bir baktım üç yazı döktürmüşsün. Hey maşallah. Şimdi dersten önce 1 saat kadar uyuyacağım, ama gelir gelmez okuyacağım haberin olsun.

Bunun yanında http://www.sunarticaret.com bizimdir, bizim olacaktır artık :)
Bugün yarın benim hosting'imin tutulduğu yere yönlenir, ben senden logoları bekliyor olacağım. Direk telefondan da arayabilirsin, tüm günüm boş neredeyse. Büyük ihtimalle boş zamanda yakalarsın.

Yok derin düşünceler, dağılın şimdilik.

Hobaaa heeyyttt : )

The Fountanhead i okumadim, onun hakkinda yorum yapamayacagim ama bazi seyler soyleyebilirim yine de.

Acikcasi katilmiyorum Sinan Cetin'e ve onun (bence) laf salatasi ideolojisine veya fikrine :) Bencilik veya Bizcilik degil benim temam ama bence Sinan Efendi kendisiyle cakisiyor.. Diyor ki:

"Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, yaşanılır kılan her türlü buluş, bilgi 'kendi çıkarları için çalışan' ,işini iyi yapan Ben-cilerin eseriydi"

Ve sonra diyor ki :

"Türkiye'de eğer The Fountainhead iyi okunmuş olsaydı; hiçbir ideoloji aklın önüne geçmez, 'Türkiye inanç dolu militanların cenneti olmak yerine meslek sahibi insanların ülkesi olurdu' ".

Ve sanirim ulkenin durumunun daha iyi olmasini kendi kicini kurtarmak icin istemiyor cunku onunki zaten kurtarilmis durumda, belli..

Bencilik Bizcilik diye bir ayrim yoktur diyorum. Kendimi suna inandiriyorum : Dunyada sadece bencil insanlar vardir, ve herkes, ama herkes, kesinlikle bencildir.

Metin'in de degindigi konudan gelmem gerekirse aciklamaya, karsiliksiz sevmek diye birsey yoktur, olmayacak, olamayacaktir.

Ha simdi bu kanaate nereden vardim. Bence basit; hayatta aslinda herseyin cok ama cok basit oldugu gibi. Insanlar duygulariyla yaratilmistir beyler. Daha sonra ortaya atilan cikar, karsilik ve getiri gibi kelimeler de yine insan icadidir ve maalesef eksiktir. Bunlara dayanarak felsefe yapmak olmaz. En temel gorusum sudur ki; her insan duygulari icin yasar. Ve her insan yaptigi herseyin karsiligini alir, oyle veya boyle.

Dusunun ki bir insana asiksiniz. Diyorsunuz ki: "Baba ya yok bole bisi yani, hayatimda ilk defa birini karsiliksiz seviyorum, onu sadece o oldugu icin felan yani". Oyle mi gercekten? Hica gercekten dusunuyormusunuz 'karsiliksiz' tabirini kulanirken ne kastettiginiz? Siz her ne kadar dusunmeseniz de aldiginiz bir karsilik var. Mutlusunuz diyelim boyle bir insani sevmekten ve karsilik beklemiyorsunuz. Daha ne karsiligi zaten? Mutlusunuz diyorum ne karsiligi? Hayatta yapilan bircok sey huzur, mutluluk bulmak icin degilmidir? yemeyin simdi beni.. Mutlu oluyosunuz lan, o yuzden sizin askiniz karsilikli.

Ben seviyorum ulan. Cok seviyorum hem de. Ama karsiliksiz degil, beklentisiz degil. Bekliyorum biseyler huzur duymak belki, ya da tutunacak bi dalim olmasi, ya da ne biliim aci ceksem de olur en azindan ciddi bir ugrastir benim icin ve bunlar benim askimin karsiligidir.

Kimse bu dunyaya babasinin hayrina bisey yapmak icin gelmedi (ki babasina hayir almasi da karsiliktir ya neyse, laf oyle). En hayirsever, en comert, en verici, en en insanlar en olduklari icin huzurludur veya Edison ampulu buldugu icin gurur duymustur. Hitler alman irkina inanmisti ve inancalari ugruna savasiyor olmak buyuk ihtimalle ona keyif vermisti, yani alman halki oyle daha iyi yerlere varicagindan degil, kendisi bu sekilde tatmin oldugu icin.

Annem bana birsey olmamasi icin canini verir eminim, ama o ancak o sekilde aradigi huzuru bulabilir cunku, bana zarar gelmesini gormek ise ona aci vericektir yalnizca ki bu 'annem icin' bir goturudur.

Ask, mask nedir felan, birakin boyle seyleri.. Hayattan keyif alin ulan.. Anin tadini cikarin, kac gununuz kaldi kim bilir ibneler? Para kazanin, kiz kaldirin ne biliim el arabasina binin ama naapiyorsaniz cabuk yapin yoksa hayatiniza insanlar giriyor ve coguna insan demeye dilim varmiyor.

Sadece yasamak istiyorum ama "istedigim gibi yasayabilmek icin gerektigi gibi yasamaktan" cok sikildim. Girdik bi boka ama du bakalim sonunu goremiyorum.

(ben-biz)ciyiz

Dünya bizi kurtarma ve bize iyilik yapma aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları içi iyilikle dolup taşan,kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.Hitler Almanlar' ı, Stalin işçileri, Mao köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı.Milyonlarca insan kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi.Onlar hep Biz dediler, hiç Ben deyip kendilerini düşünmediler.Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, yaşanılır kılan her türlü buluş, bilgi kendi çıkarları için çalışan,işini iyi yapan Ben-cilerin eseriydi.Onlar hiçbir zaman "biz" olmadılar.Sadece işlerini iyi yapmaya çalıştılar ve bizlere rağmen başardılar.Promete ateşi hediye ettiği insanlar tarafından yakıldı.Edison ampülü bulurken, karısı tarafından toplum ve ailesi ile ilgilenmeyen bir anti-sosyal olarak suçlandı.Galileo dünya yuvarlaktır dediği için bizciler tarafından işkencelere uğradı.Bireysel akıl, kalabalıkların onaylamadığı bir büyük güç her çağda saldırıya uğradı.Kalabalıklar, yaratıcı bireye saldırırken ellerindeki silahı hep iyilik, fedakarlık, hayırseverlik kurşunlarıyla doldurdular.Ve hep yaratılan değerleri üleşmek, bölüşmek, paylaşmak istediler.Mesela televizyonu seyrettiler fakat televizyonu bulan adamın adını hiç öğrenmediler.Otomobile bindiler ama Ford'un servetinden şikayet ettiler.İnterneti kullandılar ama Bill Gates'i çok para kazanmakla suçladılar. Tükettiğimiz her türlü zenginliği paranın bir oyunu olarak ele almayı tercih ettiler.Sistem, kapitalizm, tüketim toplumu gibi adlar takıp eleştirdiler. Türkiye'de eğer The Fountainhead iyi okunmuş olsaydı; hiçbir ideoloji aklın önüne geçmez, Türkiye inanç dolu militanların cenneti olmak yerine meslek sahibi insanların ülkesi olurdu.Bir işi iyi yapmak, işine saygı duymak, o işi başarmak bu o kadar çok aşağılanmaz insanlar yaptıkları işten, üretmekten ve para kazanmaktan utanmazdı.Elinizdeki bu kitap dünyanın fedakarlık tüccarları tarafından yok edilmemesi için bir akıl kalkanıdır.Ben'in bir savunucusu ve kalabalıklara karşı duran yaratıcılara armağandır. Aklın ve mantığın yolunu izlemek isteyen herkese bu rehberi takdim etmekten onur duyuyorum.

sinan çetin

ideolojiyi aklın önüne geçirmemek için ne fountainhead nede başka birşey okumaya gerek olmadığını düşünsemde yinede bence gayet başarılı bir yazı..bu güzel yazı için sinan beye teşekkürlerimi sunuyor ve en kısa zamanda bir fountainhead ediniceğime dair söz veriyorum.

Sevgi veya yeteri kadar sevilmeye dair..

HANGİ NEDENLE SEVİLMEK İSTİYORSUNUZ?
Yoksa sizde: Aşkperestlerin yüzde doksan dokuzu gibi, sevginin en büyüğünün, en kutsalının nedensiz, koşulsuz, akılla-mantıkla izah edilemeyen bir sevgi türü olduğuna mı inanıyorsunuz..?Yoksa sizde: "Ben hiçbir şey için sevilmek istemiyorum, kendim için sevilmek istiyorum, yaptığım, söylediğim, ya da düşündüğüm herhangi bir şey için değil. Kendim için. Vücudum için de değil, aklım için de, kelimelerim, çalışmalarım, eylemlerim için de değil..." mi DİYORSUNUZ.. "Yoksa siz de: Sevginin nedensiz olmasını mı istiyorsunuz?Yoksa siz de: " Sevgi her nedenin, her mantığın üzerindedir. Sevgi kördür. Ama sana göre bir şey değil o. Sende ticaret yapan, ama asla bedavaya vermeyen, hesapçı bir dükkâncı ruhu var! Sevgi bedava bir armağandır. Her şeyi aşan, her şeyi bağışlayan, kocaman, bedava, şartsız bir armağandır. Bir insanı iyi yanları için sevmekte bir cömertlik var mı? Ne vermiş oluyorsun ona? Hiçbir şey. Soğuk adaletten başka ne ki o? Zaten hak ettiği şey, o kadar!" mu DİYORSUNUZ..?Yoksa siz de: " Aşkın gözü kördür " - " Aşkla mantığı, sevgiyle aklı bir arada düşünememek saçmadır " - " Aşk: Koşulsuz bir sevgidir..." dir mi DİYORSUNUZ..?
O ZAMAN SİZ HAK EDİLMEMİŞ BİR SEVGİ İSTİYORSUNUZ!
Kısacası, aşk hamasetine pabuç bırakmaya hiç gerek yok!Çünkü, aşk üzerine yaratılan bütün bu efsanelerin altında büyük çıkarlar yatmaktadır.Çünkü: "Aşkın gözü kördür" deyip duranların, aslında bir durum tesbiti yapmanın ötesine geçip, ÜSÜTÜNE bir de talep belirtiyorlar:Çünkü: Sadece "aşkın gözü kördür" demiyorlar, " KÖR olmalıdır " diyorlar yani, aynı zamanda...
SİZCE: Bir insanı iyi yanları için sevmekte bir cömertlik var mıdır?
Yani, marifet insanı: " Kötü yanlarıyla da sevmekmidir? 0nları da sevgiye değer, sempatik, sevimli bulabilmekmidir...?Bunlar milyonlarca avantacının, hak etmediği sevgiyi isteyen milyonlarca bedavacının, hak etmeden beklediği cevaplardır..!!!ÇÜNKÜ: Kör gözlü sevgilinin, " Nedensiz sevme garantisi " rehaveti içinde, " Olduğu gibi " varolabilme lüksüne kavuşmasının adı da AŞK olur o zaman!ÇÜNKÜ: Koşulsuz sevgi; Bir insanın sevdiğinin karşısında, başka hiçbir yerde rezilleşemeyeceği kadar rezilleşme özgürlüğüne kavuşmasıdır!Hiç rolsüz bir şekilde en aşağılık yanlarını ortaya koyabilmesi ve bütün bunları o sevgiyi kaybetme korkusu duymadan yapabilme özgürlüğüdür özetle...
İşte aşkın gözü kör olmalıdır doktrininin insanlığa büyük armağanı.
Aşk böylesi, müthiş bir suç ortaklığımıdır sizce..?Karşılıklı her türlü pisliğin, her türlü kişilik defosunun üstünü kapatmak üzere varılmış sessiz bir konsensusumudur sizce AŞK?

Çarşamba, Şubat 07, 2007

Biz, bizi konuştuk bugün

Evet, evet biz, bizi konuştuk; biz, bizi aradık; biz, bizi andık bugün. Hepimizin canı sıkkın, telefonun ucunda: "Hadi be abi be; dışarı atalım kendimizi" diye yakınırken okulda, GAL'da bulduk kendimizi. Bir öğle arası geçirdik sanırım orada. Farklı olan kısımları çoktu ama, aradığımız şeyi bulduk biraz da. Biraz anılarımızı, biraz bıkkınlıklarımızı, biraz aynılıkları... Her şeyden biraz yani. Ne fazlası, ne azı. Ne umduğumuz gibi, ne de ummadığımız gibi. Tamamen kendi halinde, olması gerektiği gibi.

Değişmeyen şeyler mutlu etti bizi, biraz da hüzünlendirdi; ama az da olsa bazı totolojilerimi hatırlattı bana. Bize faydası dokundu mu bilinmez ama, bana bir şeyler kattığı kesin.

Gördük ki;

bize öğretenler,

bize öğretilenler,

bıraktıklarımız,

keşkelerimiz,

yakındıklarımız,

umutlarımız,
hep aynı, aynı da kalacak.

Ben ise eski benlikten çıkmış artık,


Listedeki o gurur duyulan isim olmaktan çıkmışım, kameramın arkasından gördüğüm ve ne hale geldiğini anlamadığım bir yansımanın gerçekliği haline gelmişim. Ben, beni ararken bir yerlerde kaybolmuşum, ama dostlarımı kaybetmemişim, özlediğim sohbetleri, "niye"leri ve "ah be"leri yanımda getirmişim. Yolum daha uzun, ama bu yola çıktığım için pişman değilim. Ben bugün bunu anladığımı sanmışım ama gerçekte ben bugün bir bok anlamamışım.

dostlarıma saygılarımla, nice kafa yormalara.

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Ulaaaannnnn, Buralar Hep Cayirdi, Cimendiii...

Simdi efenim oncelikle selamlar ederim herkese.
Uzun zamandir bu guzide gunluge yazmamistim. Ha neden yazmamistim, var miydi bi bahanem? Evet vardi anasini satiim.. Her neyse..

aklima ne geldi? Liseye donmek... Ha zkicem ya o derece.. Lan bu nasil bir istek, nasil bir arzu... Ulan biri beni o Bayramli, Burakli, Emreli, Tarikli, Faruklu, Erollu, Belcinli, Armanli, Metinli, Topculu, Esrarengiz Sag tarafli, Sutlu, Lokumlu, Iyili, herseyli o gunlere geri gotursun.. Bak goturun lan, noolur?? Ha bu aralar mutlu degil miyim? Hayir, iyiyim mutluyum, guzelim, kafamda olmus bir :) eee?? Nedir o zaman bu zictiimin donme arzusu? Lan nedir olm bu?? Ben salak salak OSS kitabina bakmayi ozledim, Metinin Turnikeye girmesini, ABugun tekrar gunluge yazmak istedim cunku su serrefsiz Lise Resimlerine bakiordum ve birdenrmanin kopya dagitmasini, Buragin entrikalarini, Farugun kizarmasini, Tarigin durusunu, Emrenin vurusunu :) (sirf kafiye olsun die, mantik aramayin), Erolun (aklima bisi gelmio, gelen solesin), Bayramin patavatsizliini, harleyli Sutu, Eceyi, Cidoyu.... Oooffff say say bitmio... Ozlediimmm lan...

Gelin mina koyim, Liseye gidek... Bi yil dondurak Unileri, Liseye donek :) Her derse girelim, bazilarina girmeyip kacmis havasi verelim :) Mehmet Inceyi dovelim, tavanda yuruyelim, Camda gezelim, Sodyum calalim, Sute laf atalim, Telefon isletelim, Gizli resim cekelim, 10 Kasim i tekrar cekelim, Armanin azmine sasalim, Bayramla cosalim, Derse yetismek icin kosalim nooolurr....

Selametle (Icimde kaldi ama du bakalim, du...)

Cuma, Ocak 26, 2007

Hula hula heyt

Erman olum bunu okuyosan topsun. Sardin basima HEROES belasini, bastin gittin. Aha Antep'teyim, ahanda gece; ama bir turlu yatmak gelmiyor. Hep senin yuzunden. Allah cazani vercek :P

Sabahlar olmasin

Cumartesi, Ocak 20, 2007

Geçen zaman ragmen?

Bişeyler yapmak görüşmek yüzyüze gelmek içmek konuşmak bilgisayarda video açıp onu izlemek . youtube'dan iki 3 video izlemek .Rahatlıkla bişey istemek sormak konuşmak tartışmak .
ama Arkadaşca ama samimi ve güzel geçen yıllar saglam temeller ile çok iyi arkadaşlıklar dostluklar kuruyo .temelinde ise gal var sanırsam

yada gal bahane hepimiz pırlanta gibi adamlarız :P

Haydi bakalım :D