Sayfalar

Cuma, Nisan 13, 2012

BORSADA RASYONEL OLMAK(KAZANMAK)

Borsada rasyonel olmak aslında o kadar basit ki, ama borsaya yatırım yapanlar, daha doğrusu borsada işlem yapanlar, böyle diyorum çünkü büyük bir çoğunluk(profesyoneller dışındaki kitle) borsayı yatırımdan ziyade kumar aracı olarak kullanmakta. Bu mentalitedeki insalara Las Vegas veya Kıbrısı öneriyorum, hem daha zevkli.

Tabii herkes profesyonel yatırımcılar kadar bilgili ve konuya hakim olamaz bu konuda fakat en ufak bir eşya alırken bile bir dolu araştırma yapan insanlar, mevzu bahis hisse seçimi olunca, sağdan soldan duyduğu, bir forumda okuduğu bilgi üzerine hiç de önemsiz olmayan miktarlarda parayla hisse senedi alıyorlar.

Hisse senedi alırken yapılabilecek 2 çeşit analiz şekli vardır. Bunlar; temel ve teknik analiz. Temel analiz; ülke ve dünya ekonomisinden yani genelden başlayarak, özele yani, sektör ve şirketin analize indirgenerek yapılan analizdir. Teknik analiz ise, hissenin fiyat grafiğinin analizidir.

Temel analizde bakılması gereken en önemli değerlerden biri F/K yani hissenin fiyati bölü hisse başına düşen kazançtır. Şuan İMKB'DE F/K'sı 750 olan hisseler var, yatırımcımız daha doğrusu kumarbazlarımız hala bu hisseleri alabilmektedir. Aslında bu insalara kumarbaz demek kumarbazlara hakaret olur, çünkü kumarbazların bile rasyonel bir kumar mantelitesi vardır, pokerden örneklemek gerekirse, sadece tek peri ya da yüksek kartı olan birinin, all-in çekmesi(blöf olsa bile) ne kadar rasyonel ise bu şekilde hisse alanlar da o kadar rasyoneldir.

Size tavsiyem birinden duyduğunuzla hisse almadan önce, o şirketi son bilançolarını, büyüme oranlarını, net karını ölçüp, biçin ona göre yatırımınızı yapın. Trade için bile olsa, saçma sapan F/K'sı olan kağıtlardan uzak durun.

Aşağıda grafiğini göreceğiniz,


1996-2001 teknoloji balonu bu saçma sapan F/K fiyatlamasının en güzel örneklerinden biridir.

Cumartesi, Nisan 07, 2012

TEŞVİK VS ZAM

Dün Ekonomi bakanımız teşvik paketlerinin detaylarını açıkladı. Gerçekten çok faydalı ve ülkemizi 2023 hedeflerine taşıyacak uygulamalar hazırlanmış. Emeği geçen herkese teşekkür etmek gerek öncelikle. Lakin bu teşviklerin karşısında son 1ayda ben sayamadım 3 hatta galiba 4. benzin zammını da yapmış bulunmakta hükümetimiz. Doğal gaz ve elektrik zamı var bir de.

Şimdi bu noktada büyük bir tezatlık var, 2023 hedefimiz 500 milyar dolar fakat burada amaç sadece 500 milyar doları yakalamak değil. Ayrıca ithalatımızı, enerji bağımlılığımızı azaltmak ve ihraç ettiğimiz ürünlerin katma değerini artırmak gerek. 700 milyar dolar ithalat yapıp da 500 milyar dolar ihracat yaparsak bu işin, bu hedefin bir anlamı olmaz. Dünyada her sektörde yoğun rekabet olduğu için de de herşeyden önce girdi maliyetlerinin düşmesi gerekiyor. Peki en büyük girdi maliyetleri nedir, en başta enerji ve işçilik geliyor. İşçilikte bir sorun yok ancak enerji maliyetleri belimizi bükmektedir.

Dolayısıyla hükümetimiz teşviklerle bir yerden verirken, yüksek enerji fiyatlarıyla verdiğini geri almaktadır. Ayrıca global rekabet ile yarışabilmek için ARGE'ye de şuanki ayırdığının çok üstünde bütçe ayırmak zorunda şirketlerimiz. Tabii bu enerji fiyatlarıyla bir de ARGE'ye para ayırmak biraz zor oluyor.ARGE'ye para ayırmayınca da katma değeri yüksek ürünler satamıyoruz.Almanya ihraç ettiği ürünlerin kilogramını 4.30 dolara Japonya 3.45 dolara Türkiye ise 1.35 dolara satıyor. Bu rakamlar ihraç ettiğimiz ürünlere ne kadar az katma değer eklediğimizin kanıtıdır.

Sonuç olarak, bu teşvik paketlerine enerji indirimi gibi ek bir avantaj daha eklenirse, 2023 hedeflerimiz çok daha makul ve ulaşılabilir olur. Zaten 2023 hedefi sadece 500 milyar dolar ihracata ulaşmak değil ayrıca cari açık sorununu da ortadan kaldırmaktır fakat enerji maliyetleri sorununu çözmeden bu da pek mümkün gözükmüyor.

Cuma, Mart 23, 2012

Mucize

O değil de diye bir giriş yapmak istemiyorum ama gerçekten her şey bir mucize. Bizlerden bu blog kavramına kadar hepimiz bu mucizeler ve tesadüfler silsilesi içine yaşıyoruz.

Hangi durumun hayatımızı nasıl yönlendirebileceği hakkında hiç bir fikrimiz bile yokken, ya da hayatımızın her hangi anında aldığımızın küçücük bir kararın bizi bu hayata sürüklediğini bile bilmeden yaşıyoruz işte...

Çarşamba, Mart 21, 2012

GELECEGI GORMEK

Arkadaslar, liseyi dusunun, tek tek bu blogtaki herkesi, tenefusteki, derslerdeki, maclardaki davranislarini gozunuzun onune getirin, sonra da suanki durumlarini, naptiklarina bir bakin. Ben buyuk bir supriz goremiyorum, aslinda az cok herkesin nasil bireyler olacagi o zamandan belliydi sanki :) Var mi su kisiden boyle biri olmasini beklemezdim, ya da, evet, su kisi tam tahmin ettigim gibi biri oldu diyen :)

Pazartesi, Mart 12, 2012

Zamanın göreceliği ve lise zamanları arasında ki parabol



Zaman güzel şeyler yapıyorken nasılda hızlı geçiyor..
Ki bu zaman zarfını servise binmeyerek daha da zorlu bir parkur haline getirmek,
Rota üzerinde bir kaç nokta durup eğlenmek yemek yemek karın doyurmak,
tatlı için Koçak molası vermek

Ve dershaneye gitmek.

Basit ama güzel bir plan bir kaç saati değerlendirmek için mükemmel plan.

bir nevi "Keep it simple"


Kafa Hariç

Uçak yolculuğunun tamamlanmasıyla el bagajımı almak için ayağa kalktım ve yolculuk boyunca içinde kaybolduğu ön koltukta bıdı bıdı konuşan, bir yaşında olduğunu zanneden iki yaşındaki Muhammed'le nihayet tanışabildik. İlk önce Muhammed başladı söze:

-Dişlerini göstersene bi...
-Dişlerimi mi?
-Kaç tane dişin var?
-Çok var bende, bak, hırrrrr, gördün mü?
-Benim de dişlerim çıktı, baaaaakkk
-Ama senin dişlerin küçücük bak benimkiler kocaman, hırrrrr
-Hayır benimki daha büyük, bak
-Benimki büyük bi kere

Muhammed'in sesi yükseliyor ve ben de ondan aşağı kalmıyorum:

-Benimki büyük!
-Hayır benimki!
-Benimki daha büyük, hıh!
-Hayır bi kere benimki daha büyük!
-Benimki büyüüük
-Benimki büyük!
-Benimki büyük
-Benimki daha büyük!
-Benimk....    

Etraftaki şaşkın bakışlar sayesinde farkedilen yanlış anlaşılma durumu, bıçak gibi kesilen atışmanın sonrasındaki sessizlik ve tedirginlikle kapılan çantayla uçaktan seri adımlarla ayrılış...

Perşembe, Mart 08, 2012

Stronger.



Şimdi sevdiğim bir şarkının çok sevdiğim Richard Cheese tarafından yorumlanmış halini dinleyeceğiz.

Evet sevgili Galdirim ailesi hepinize esenlikler diliyorum.

Pazartesi, Mart 05, 2012

YASTIK ALTI(N) EKONOMİSİ

İstanbul Altın Rafinerisi Başkanı Özcan Halaç'ın ifadesine göre, Türkiye'de yaklaşık 5 bin ton yastık altı altın olduğunu tahmin edilmektedir. Yani şuanki değeriyle 500 milyar TL'lik sadece yastık altı altın rezervi var vatandaşımızın. Bu rakam da gayri safi yurt içi hasılanın ve Türkiye'de büyüklüğü 1.1 trilyon liraya ulaşan bankacılık sektörünün yarısına denk gelmektedir. Bu durum da gösteriyor ki, bu kadar büyük miktar bir paranın boş olarak durmasının ülkeye çok zararı olmaktadır. Bu paranın dörtte biri bile piyasaya kazandırılsa, ülkeye ve yatırımcılara çok faydası olur. En başta faizleri düşürür.

Burada çok önemli bir nokta var, bu yastık altı altının piyasa kazandırılması için vatandaşlarımızın altınlarını satması gerekmemektedir. Daha doğrusu altınları satmaları gerekir fakat o parayla tekrar altın fonuna geçerek, altınlarının çalınma riskini de ortadan kaldırırlar.Zaten artık her bankanın altın fonu var.


Altının dışında döviz ve TL olarak da büyük rakamlarda yastık altı para mevcut Türkiye'de. Mali kesimin gelişmesi için yastık altındaki birikimlerin sisteme kazandırılması gerekmektedir. Vatandaşımızın bankaya yatıracağı yastık altı birikimi, kendisine ve ülkesine refah olarak geri dönecektir. Çünkü mali sisteme kazandırılan parayla, bankalar daha fazla kişiye daha büyük krediler vermeye başlayacak ve kredi maliyetleri düşecektir. Bu da dolaylı olarak gayri safi yurt içi hasılayı ve kişi başına düşen geliri artıracaktır. Ayrıca boş duran paralarına da değerlendirmiş ve faiz kazanmış olacaklardır.

Yastık altındaki birikimi çekmek için devlet güvenceli yüksek faiz verilebilir. Bu durumda yastık altındaki birikimlerin çoğu ekonomiye kazandırılabilir. Siz siz olun, yastık altında, koltuk altında birikim yapmayın, paranızı bankaya yatırın. Böylece hem ülkenize hem kendinize faydalı olun(dini sebeplerden dolayı parasını bankaya yatırmayanlar için de vadesiz(faizsiz) hesaplar mevcut, öte yandan bankanın batmasından korkanlar da, parasını 50'şer bin TL olarak ayırıp farklı bankalara yatırdığı zaman parası devlet güvencesi altındadır).



Bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH), ekonomik büyüklüğünün birkaç ölçütünden biridir. GSYİH, GSMH'den farklı olarak, bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi cinsinden değeridir.

GSYİH = tüketim + yatırım + devlet harcamaları + (ihracat - ithalat)

Cumartesi, Mart 03, 2012

Türkiye'de Başbakan Olmak

"Hangi ülkenin başbakanı olmak en eğlencelisidir?" diye sorsalar kesin Türkiye derdim. Düşünsenize, kimseye birşey danışmak zorunda değilsin. "Kendini beğenmişliğin" ve "herşeyi en iyi ben bilirimciliğin" tepesindesin.

Eğitim sistemini canının istediği gibi şekillendir, sivil toplum kuruluşları ya da vatandaşlar en demokratik hakları olan görüş bildirme haklarını kullanmak isteyince seslerini kes, hatta yorum yaptılar diye öfkelen. Çünkü sen dünyanın en uzman pedagogusun. 

Taksim meydanını yeniden tasarlat, ülkenin en önemli mimarlık otoriteleri bas bas bağırsın, yırtınsın, "bu iş böyle olmaz" desin ama sen hiç kulak asma. Çünkü sen dünyanın en yetkin mimarı ve şehir planlamacısısın, bu kadar adam birşey söylüyorsa bile bir bok yoktur zaten, kafayı yorma.

TL'ye simge yarışması yap ama kurulun seçtiğini beğenme, başka bir tanesini seç, hatta o beğendiğinin de üzerinde değişiklik yap, zevkine göre değiştir. Sonra halkın %70'i senin icat ettiğini beğenmesin ama moralini bozma. Sonuçta halk kim ki? Sense dünyanın en önemli nümismatik uzmanı ve aynı zaman da grafikerisin.


Öyle vurdumduymaz ol ki ülkede olup bitenler hakkında görüş bildiren, seni uyarmaya çalışan uzmanların  söyledikleri sana sinek vızıltısı gibi gelsin. Sonuçta sen herşeyin uzmanısın. Buna olan inancını bir saniye bile kaybetme. Bu kararlı duruşun karşısında en sonunda insanlar pes edecek ve en iyi bildikleri konularda bile sana akıl öğretmekten vazgeçeceklerdir. Vazgeçmezlerse de azarlar atarsın ya da bir şekilde susturursun. İşini bilirsin sen, yetkilerinin verdiği imkanları en etkili şekilde kullanarak senin gibi düşünmeyenlerin sesini kes gitsin. 

Akşamları otur tartışma programlarını izle, seni en ufak eleştiren çıkarsa grup toplantılarında ya da canın nerede isterse yerden yere vur. Sadece ülke sınırlarıyla da kalma, ülke dışından da senin hakkında olumsuz bir görüş bildirmek gibi bir gaflette bulunan olursa onun da ağzının payını vermeyi unutma. Ülkenin gündemini ona buna laf yetiştirmeye çalışarak meşgul et, işgal et, sonuçta şahsınla ilgili meseleler, ülkenin en önemli meseleleridir. Çünkü bu ülkede senin egondan daha önemli birşey yok.

Dünyanın en zevkli mesleği Türkiye'ye başbakan olmak. Her kula nasip olmaz böyle birşey. Senin yerinde kim olsa aynen senin gibi davranırdı, unutma. Ülkenin yönetimini kimseyle paylaşmayı aklından bile geçirme. Hem zaten bırak ülke yönetimini herhangi birşeyi senden daha iyi bilen birisinin olma ihtimali var mı? Yok! O yüzden halk için de en iyisinin bu olduğunu herkes gibi sen de biliyorsun. Haydi bakalım, durmak yok yola devam...

Cuma, Mart 02, 2012

Aslında hiç bir şey gözüktüğü gibi değil


Bakıyorum şöyle hayata ne kadar iğrenç ne kadar kötü,

Hiç mi bir şey insanın istediği gibi gitmez der ya hep ama başka bir bakış açısına göre imrenilen hayattır ya o bayat hayat.

Ya da birbirinden farklı yüzlerce normalhayatın bir kesitini görüp kendi hayatının ne kadar kötü olduğuna inanmaktır ya hayat.

Ya da o kesit niye bende yok diye hayata küsmektir ya.

Almak için uğraşılan çalışılan obje bir başkasının beğenmediği tenezzül bile etmediği üründür ya.

Öyle ya da böyle yaşamak zorunda olduğumuz bir hayat var her türlü sıkıntısı problemi acısı kederi yer yer mutluluğu ile...

Güzel hafta sonları..

Cuma, Şubat 24, 2012

CEBİMİZ YANDI


Türkiye cep telefonunda çok büyük bir pazar olmakla beraber, mobil hizmetler başladığı tarihten itibaren kaçak girişlerle birlikte dışarıdan 225 milyon cep telefonunun Türkiye’ye giriş yapmıştır.Türkiye dünyada pazar olarak büyüyen bir ülke ancak teknolojide tüketici konumundan üretici konuma bir türlü geçemiyor.Türkiye ürettiği ve ihraç ettiği 100 dolarlık malın sadece 7 dolarını teknolojik ürünlerden elde ediyor.

Bu konuda kendimizi geliştirmek için araştırma ve geliştirmeye zaman ve bütçe ayırmamız gerekiyor. Türkiye’de Gayrisafi Milli Hasıla’dan ARGE'ye ayrılan pay, AB ülkelerine ve gelişmiş ülkelere göre çok düşük. Ayrıca ithalata dayalı üretim yapıyoruz. Bunun için de çok daha fazla çalışmak, çok daha fazla üretmek gerekiyor. Dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olsak da ekonomiyi refaha dönüştürmekte sancılar yaşamaktayız. Yanı sıra, 16. büyük ekonomi ve nüfus olarak 17. sırada olmamıza rağmen, Dünyanın en büyük 4. cep telefonu pazarıyız. Üstelik cep telefonu üretmiyoruz.

Türkiye’de 136 milyon cep telefonu kullanıyoruz, kişi başı 2 cep telefonu düşüyor ama kullanma yaşı göz önüne alındığında kişi başına 3 cep telefonu düşüyor.Cep telefonuna bugüne kadar 20 milyar doların üzerinde para aktarıldı. Bir de bunların üstüne, Türkiye'deki Iphone sayısı 500 bin, akıllı telefon sayısı ise 1 milyonun üstünde.

Türkiye'de kayıtlı çalışan yaklaşık 23 milyon insan var, 10 milyon kadar da kayıt dışı çalışan var. Bu 33 milyon kişiden de yaklaşık 8 milyonu asgari maaşla çalışmaktadır. Yani toplam çalışan sayısının dörtte biri. Genelleme yapıp 1 milyon akıllı telefon kullanıcısının da 250 bininin asgari ücret aldığını ve en ucuz akıllı telefonun da 700 lira olduğunu varsayarsak, Türkiye'de bireysel olarak açlık sınıfında olan bu 250 bin kişi karnını doyuracağı yerde cebine yakıp telefon almayı tercih ediyor.

Paranın çok zor kazanılıp çok rahat harcandığı yere, Türkiye'ye hoşgeldiniz!

Perşembe, Şubat 23, 2012

GALdirim da nereden ciktiydi?

Eger yanlis hatirlamiyorsam, Lise 1'deydik her seyler patlak verdiginde: o zamanlar IRC nedir, mIRC nedir derken bir anda okuldaki herkesler kendisini chat programlarinin cikmazinda bulduydu. Genelde once gelen kapar mantigiyla isleyen bu teknoloji akimlarinda da, o cok unlu #zurna kanalini ardindan #gkv adli bir sohbet kanali ortaya cikmisti. Bu kanal aslinda Gaziantep Kolej Vakfi'nin adiyla acilmasina ragmen, Antep'teki tum gencligin evlerine varir varmaz,bilgisayarlarinin basina gecip sohbete basladigi bir kanal haline gelmisti.



O zamanki girisimci kisiligimizden olsa gerek, biz bu olaya -- pek cok digerlerine oldugumuz gibi -- hafiften gicik olmustuk: "E madem boyle bir kanal var, biz daha iyisi bile yapariz ki?" gaziyla oglen arasinda, tenefuslerde kara kara dusunmeye baslamistik yine. Eger biz bir rekabet yaratacaksak, yeni kanalimizin ismi de cok sahane olmaliydi -- ismi halletmeden hayatta baska konulara gecemezdik.Ve tabii ki grubun yaratici/sakaci insani olarak ilk akla yatkin fikir dobErman'dan geldi: #GALdirim. Herkesin ismi onaylamasi ve de begenmesinin uzerine yapilacak iki is kalmisti: Ilk olarak kanalin guzelce reklamini yapmaliydik. Bu ugurda cesitli temsilciler oglen arasinda, kendilerine en yakin hissetikleri subelere gidip tahtaya kocaman kocaman "GAL'in yeni kanali: #Galdirim. Aksam saat 8'de oradayiz" diye yazmislardi. Reklam isi, kendi aramizda kendi yakinlarimizi da kanala cagirmak kosuluyla oylece kapandiydi.

Ikinci yapilacak is ise, tum bunlar olmadan o kanali kurup, ismini bir nick'e kaydettirmekti elbette. Okulumuzun ogrenci yuzu gormemis ogrenci laboratuvarinin -- tabii ki -- interneti olmadigindan ve de bu fikrin oglen arasini takriben verilmis olmasindan dolayi, caresizce son iki dersin bitmesini ve de evlere dagilmamizi beklemek zorunda kalmistik. Okulun saat 3 civarlarinda bitmesinden mutevvelli, aksam saat 8'de insanlarin gelip de bos bir kanala dusmesi pek mumkun degildi; burada zaten ciddi bir sorunumuz yoktu. Bizim ekip arasinda asil gerilim yaratan sey, kimin eve varip da kanali kendi uzerine kaydettirebilecegi olmustu.

E tabii, o zamanlar Bilo'can da olmadigindan, belki de bugunlerin HIMYM s06e04'une tas cikaracak bir yaris icinde kendi evlerine dogru farkli servisler icinde heyecanla ve de caresizlikle yol almaya baslamisti. Sans bu ki, o gun Arman'in eve en erken varacagi tutmustu ve de kader aglarini her zaman dort ayak uzerine dusmek konusunda unlu olan Arman'in lehine, evinin uzak olmasindan dolayi her daim dert insani olarak gorulen dobErman'in aleyhine sekilde orulmustu -- ama SOP'lugu kapmadi degildi hani!

O gun cesitli cekismelerden ve OP'larin (@), VOICE'larin (+) cilginca alis-verisinin sonunda, kanalin okuldaki reklamin yardimiyla belki de ilk ve de son olarak 30-40 kisiyi gordugu bir gun olarak tarihe gecmisti bile. Gunler gecti, gelen insanlar azaldi; haftalar kanala olan hevesimiz gecti gitti. Cok gecmedi mIRC furyasi bitti; ICQ, MSN cika geldi; Yine cok gecmedi, internette Blog firtinasi koptu.Iste o zamandi, adinin tahmin edersiniz ki cok onceden belli oldugu bu blog'un ilk adimlari atildi, herkesler yazmaya davet edildi (bakiniz: arsivimizin ilk yazilari). Zaman zaman yazildi, cizildi ama hayat kosusturmacalari maalesef ki blog'u ikinci plana atti. Gunler gecti Facebook cikti, Twitter cikti, Friendfeed cikti, cikti da cikti...

Ama bu sefer Jake Le Motta'nin girismiyle, geride birakilmadi bu sefer blog, tam tersine daha hizli bir sekilde tekrardan hayata gecti. Umari(m/z) da boyle kalir ;)

/server gaziantep.anadolu.lisesi
/nick galdirim
/msg nickserv identify ********
/j #galdirim
/msg chanserv register #galdirim ********
/topic #galdirim "GAL gencligi kirintilari"


Çarşamba, Şubat 22, 2012

"Karl Marx Müslüman Olarak Öldü" Haberi Üzerine

 Zaman Gazetesi'ne photoshopla yakıştırılan "Karl Marx, Müslüman olarak öldü" haberini eminim çoğunuz çeşitli sosyal medya mecralarında görmüşsünüzdür. Delinin biri kuyuya bir taş attı ve bu haber üç gün boyunca Twitter Türkiye TT'sinde yer aldı, sözlüklerde sayfalarca tartışıldı.

 Gülen taraftarı medyanın çoğu zaman, bu kadar olmasa bile bazı zorlama ilintiler kurarak yaptığı haberlere şahit olmuşluğumuz vardır. Bu durumu tiye almak adına ya da bilmediğimiz başka bir niyetle yapılan bu sahte haberi ise kimin yaptığını kesin olarak bilmiyoruz. Fakat malumunuzdur ki en yakın tahmin, bu haberin Fethullah Gülen cemaatine muhalif Marksist cenahtan çıktığı yönündedir. 

 Peki bu haber aslında kimi küçük düşürmüştür? Böyle bir habere gerçekte yer vermediği ortaya çıkan Zaman Gazetesi'ni mi yoksa sahtekar durumuna düşen Marksistler'i mi? Aslına bakarsanız yazımızın asıl önemli teması bu değil, o yüzden cevabı size bırakıyorum.

 Haberi gördüğümde ilk aklıma gelen cümle, "o kadar da değil!" oldu. Bir dakikalık araştırmadan sonra haberin photoshopla yakıştırıldığı açıklaması karşıma çıktı. Bu haberin gerçek olmadığını anlamak bu kadar kısa sürmüştü işte. Daha sonra sahte haberle ilgili tweetleri biraz inceledim. İki taraf da habere öyle bir balıklama atlamıştı ki inanamadım. Bir taraftan; "Marksistlere kapak olsun!", "Marks da ölmeden doğru yolu bulmuş.", "Ezik dinsizler görsün bunu!" benzeri tweetler girilirken öbür taraftan da Said'i Nursi ve Karl Marx'ın yaşadığı yılları hesaplayıp haberi çürütmeye çalışan John Nash'ler, "maklube boğazında kalmış da ölmüş" geyikleri, Zaman gazetesinin haberciliğiyle aklınca dalga geçenlerin tweetleri yağmur gibi sayfaya düşüyordu. Haberin sahte olduğunu anlayanların sayısı o kadar azdı ki... 

 Daha sonra sözlükte neler yazıldığını merak ettim. Marksist yazarların ağırlıklı olarak hakim olduğu sözlükte durum, Twitter kadar vahim olmasa da kendilerini ülkenin en elit fikir topluluğu zanneden "über zeki" sözlük yazarları da akıllarınca haberle dalga geçen bir dolu entry'yi çoktan girmişti bile.

 Anlayacağınız, haberi görenlerin büyük bir çoğunluğu, gerçekliğini araştırmak için bir dakikalık zahmete bile girmemişti ya da birçoğunun beyninde "şüphe" diye bir refleks yer almıyordu bile. Fazlaca uğraşmadan yapılmış bir photoshop hilesi, insanımızın dinlemekten ve araştırmaktan ne kadar aciz olduğuna dair sosyal gerçekliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Herkesin kendini uzman sandığı ve her konuda yorum yapmaya yetkin gördüğü, araştırmanın ve okumanın ise en ufak değerinin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu eksikliğimizi görmek ve gidermek adına bir arpa boyu kadar bile yol alamadığımız gerçeğiyse, sosyal ağlardaki fikir çöplüklerinde üzücü de olsa her an karşımıza çıkıyor...

Salı, Şubat 21, 2012

Günün en garip anı

Ey dostlar hayat hala garip ve hala cahiliz burada tarık üstad'ın iki üç önce ki blog girdisinden esinlendim ama..
Gelelim günün en garip anına.

Bugün bir imam bir pazarlamacı ile oturuyorum, fıkra gibi ama doğru.... klasik muhabbet nasılsınız iyi misiniz falan derken benim için şöyle bir cümle kuruldu.
Arkadaşın hizmeti var mı? dedi imam
Bende sandım ki askerlik filan demeye çalışıyor ya da öyle bir takım şeyler. anında hoca efendi demesin mi kardeş bu cumartesi sen bizimle gel çaylı toplantımız var. O an anladım bu iş başka.
Dedim kısmet ortamın maneviyatı etkilemiş demek ki beni.
Dedi kısmet yok gel sen sonrasında ciğerde yiyoruz dedi..

En son numaramı almaya çalışıyordu..

Öyle yani.

Pazartesi, Şubat 20, 2012

Buda değil, bir sonraki şarkı olması lazım

Galdirim şimdiye kadar benim için hep daha fazlasını istediğimde aradığımı bulabilmek için yol gösterici olabilecek kaliteli adamların toplandığı bir blog olmuştur. Bundan sonra da böyle olacağından eminim. Ayrıca bu ruhu tekrar ortaya çıkarmaya çalıştığı için Tarık'ı tebrik ediyor ve bunu başarabildiğini açıkça görebiliyorum. Çünkü yine burdayım ve aramaya devam ediyorum.

Evet aramak derken aslına ne aradığımı bende bilmiyorum. Onu sadece bir sonraki şarkıda bulabilmeyi ümit ediyorum.

Bilocan'ın servisinde sürekli kendi şarkımız çalma savaşı verirdik. "rock and roll forever" :)
Ben bunu aptalca benim dediğim olacak mantığıyla yaptığımız düşünmüyorum .Çünkü hiçbiri basit, mevsimlik şarkılar değildi. Sanırım kendimizi yeni yeni tanıyıp bunu anlatmakta zorlanırken yine kendimizden birşeyler bulduğuz şarkılarla anlatmak istedik içimizdeki sessizliği, sevgiyi ya da isyanı.

2004 sonrası çok farklı tarzda muzik dinlemişimdir. Onlarda bulduklarımı odamın uygun yerlerini süslesinler diye kullandım. Arada kafayı kaldırıp baktığımda hep gördüğüm şuydu; ne kadar çok ararsam arayayım bulduklarım sadece renk karmaşası yaratacak, duvarlarda kalın boya varken üzerine attığın boya hiçbir zaman kendi rengini göstermeyecek. Belki oadaya sığmayacak bile,çünkü belli bir noktadan sora kabaya dokunma şansın yok sadece rütüş yapma hakkın var. Aslında benim odamın kapasitesi çok önce belirlenmiş. İşte o zamanlar iyi ki sizler varmışsınız binanın kolonlarında, kirişlerinde.

Evet hala arıyorum onu. Hiç dinlememiş olsam bile o şarkı çalıyor diğer odaların birinde, biliyorum. Şaslıyım ki onu çok uzaklarda aramamama gerek yok. O burada çok yakınlarda, bu odaların birinde. Duyar gibiyim. O olabilir mi? Hayır hayır bu kadar kolay olamaz. Emin olmanın tek bir yolu var, bir sonraki şarkıyı dinlemeliyim.

Benim de şikayetlerim var.

Bir şeylere sahip olmak kolaylaştıkça her şeyin tadı ne kadarda kaçıyor şimdi dikkat ediyorum da tabi ki bu ufak gözlemimde öne çıkan en konu iletişim.

Malum kullandığımız akıllı telefonlar ve ayağa düşen iletişim kalitesizliği..

Diyeceksiniz nasıl olur da iletişim kalitesiz olur her şey ne kadar da güzel yenileniyor gelişiyor oysa ki ama sanki öyle değil.

Misal bol bol kullandığımızı düşündüğüm whatsup blip me tango viber gibi programlar.. Çöp ya zaten gerekli bir şey olsa kimse bu uygulamaları kullanmıyor ve daha çok tüketmek için kullanıyoruz gibi geliyor..

what's up üzerinden gelen sadece ücretsiz diye gönderilen mesajlar.. çok sıkıcı tamam bende ücretsiz diye yerli yersiz çok mesaj atıyorum ama bu adabı daha öğrenemedik gibi geliyor bana

Neyse geleyim sadede sildim tüm zamazingoları yakında çokca kullandığım 4sq'da sileceğim bir eleman var ibrahim K. mıdır nedir gerekli gereksiz check-in yaparak benim nacizane mayorluklerime el koydu.


Neyse geleyim sadede derken gene başka bir konuya geçtim.

Sahip olma değeri düştü..
Yeni duyduğumuz şarkıcının grubun tüm albümlerini süpersonik internetimiz ile indiriyoruz
milyon dolarlık filmi beğenmiyoruz.
Dizi senaryolarını bayağı buluyoruz aaa bu buradan arak diyoruz.

Eskiden böyle miydi? 1 mp3 için 15 dakika beklerdik ve tüm gün aynı şarkıyı dinlerdik.
Karışık albüm yaptırmak için bir hafta uğraşırdık ve o dönemin en mükemmel albümüne sahip olduğumuzu düşünürdük.

Tamam belki o da korsandı ama bu kadar değildi sanki..

Pazar, Şubat 19, 2012

Durgun Denizlerde Huzur İçinde Felsefeleme Stili...

Öğrendiğim her yenide kendime sormadan edemiyorum; cehaletin farkındalığının verdiği endişeyi nasıl bertaraf edip, bilgi deryalarında huzurla kulaç atabilir insan?

Korkuyorum, açıldıkça artıyor derinlik ve kara daha da uzaklaşırken, kararan sularında kalakalıyor kara cahil bir adam bilgi deryasının, üstelik karar veremezken farkına varmanın mı yoksa varmamanın mı daha huzurlu olduğunun...

Cuma, Şubat 10, 2012

Galdirim'da Mobil Internet Devrimi

Iddiali basligimdan sonra tirt tespitime geceyim:

Su anki istatistiklerimize gore son bir hafta icinde Galdirim'a giren cikanlarin %41'i mobil tarayicilarla erismis siteye.


Yetmemis, isletim sistemleri dagilimina bakarsak totalde yaklasik %51 (42+9) gibi bir mobil cihaz baskinligi var.

Bu dagilim Galdirim ile ilgili bazi supheler uyandirmakta bende. Dogru soyleyin a dostlar, Galdirim'a sadece tuvaletteyken mi giriyorsunuz?

Bu Arada

Ldshm Ghchpnfkt nerede? Biri kulagından tutup getirsin şunu...

Genel Toparlama ve Yeni Öneriler

Müsaadenizle Beyler, tüm yazdıklarınıza yorum kısımlarında cevap vermek yerine burda herkesin göreceği şekilde tüm söylenenler için genel bir toparlama yapmak ve bir takım yeni öneride bulunmak istiyorum.

Ermana,

Haftalık yazar önerim konusunda birbirimizi yanlış anlamış olabileceğimizden şüpheleniyorum Ermancım. Benim önerdiğim şekilde her yazar için zorunluluk her hafta değil, 6 yazar olduğumuza göre 6 haftada bir olacak şekilde. Ama bunun dışında isteyen de istediği zaman yazabilir. Yani mesela ben bu hafta FATİH üzerine bir yazı yazdım ama haftanın yazısı Umut'a aitti. Yani ben yazmak zorunda değildim, Umut zorundaydı, ben canım istediği için yazdım. Umut haftanın yazısını yazma görevini yerine getirmiş oldu ama isterse Umut ve diğer yazarlar başka yazılar da yazabilirler benim gibi. Sanırım anlaşıldı.

Senin öneri yazınla ilgili olarak ise Arman'ın yaptığı yoruma tamamen katılıyorum. Hatta dün epey uzun bir yorum yapmıştım ama yanlışlıkla silindi, neyse ki Arman aşağı yukarı aynı şeyleri söylemiş. Fakat bazı ek önerilerim olacak.

Herkese,

Beyler, Umut'un da dediği gibi bu blogdaki her yazar, sokaktaki ortalama vatandaşın üstünde donanıma sahip. Görüşemediğimiz şu uzun yıllarda herkes kendine farklı alanlardan farklı deneyimler ve donanımlar kattı. Bu blogu bizim dışımızda birileri okur da şu küçük topluluk dışında bir yerlere yazdıklarımızla katkıda bulunabilirsek ne ala ama o olmazsa bile şurda oluşacak sinerjinin en başta bize yeni ufuklar katacağını düşünüyorum. Örneğin, geçenlerde Arman'ın eski yazılarından biri gözüme çarptı. Orda tavsiye ettiği "Gen Bencildir" ve "Kör Saatçi" kitaplarını edinip okumaya başladım. Çok da zevkle okuyor ve süper bilgiler öğreniyorum. Belki de Arman'ın yazısını okumasam o kitaplardan hiç haberim olmayacaktı. Bu bile bir kazançtır diye düşünüyorum.Biz önce kendimiz için bu blogu elimizden geldiğince var edelim ama meşhur olma hayallerimizi de hiç bir zaman kaybetmeyip bloga göstereceğimiz özeni güdüleyecek bir itici güç olarak köşede tutalım.

Blogumuzun birgün ünlü olma ihtimalini artırıcı olacak bazı önerilerime gelince;

İçerikle ilgili,

1. Herkesin katkısıyla blogumuzun nasıl ortaya çıktığinı, varsa amacını, kurallarını vs. anlatan bir bölüm hazırlayalım.

2. Yazarları tanıtıcı bir bölüm hazırlayalım, tesadüfen ağımıza düşen okurlar, "bu adamlar da boş değilmiş" desin.

3. Kimsenin bir çekincesi yoksa gerçek isimlerimizle yazalım. Daha ciddi görüntü olur.

4. Daha çok insana ulaşma ihtimalimize karşı itici olmamak adına en başta kendime söylüyorum daha az küfürlü yazalım.

Tasarımla ilgili,

1.Bloga eğer zor değilse bir dergi ya da gazete görünümü verelim. Biz canımız ne istiyorsa onu yazalım gene ama bloga giren insanlar çok çeşitli konularda yazıların olduğu bir dergi havası hissetsin.

2. Bir görüş ve öneriler bölümü açalım, yazıların olduğu sayfa temiz kalsın, aha bu benim yazdığım gibi yazılar görüntü kirliliği yapmasın.

Umut'a

Bu önerilerimi senin site fikrine de bir alternatif kabul edebilirsin.

Herkese,

Şarjım bitiyor ve uyumam lazım, şimdilik bu kadar, aklıma yeni şeyler gelirse yine yazarım, yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum...

Herkese,

İyi geceler...

Perşembe, Şubat 09, 2012

Voltran Oluşturmaya Ne Dersiniz? (Haftanın Yazısı)

Sayın Galdırım sakinleri, bu haftanın yazısı bana ait ve üzerime düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışacağım, ekonomi veya spor alanında bir yazı yazmasam sizi şaşırtırdım diye düşündüm ve sizi şaşırtmamaya karar verdim. Yazım daha çok bir öneri niteliğinde olacak, hepinizin yorumlarını bekliyor olacağım.


Öncelikle kültür seviyesi düşük olmayan ve iyi eğitim almış bir kitle olduğumuzu kabul ederek başlayalım bu işe, mütevazılığa gerek yok :) Bir arkadaşımız, kanserin nasıl yenileceği üzerine araştırma yapmakta, kimi Amerika'da IT alanında uzmanlaşmakta ve çalışmakta, kimi akademisyenlikle yönünde ilerlemekte ve yeni kurduğu şirketini büyütmekte, daha çok örneklemeye gitmeyecek ve sizi de sıkmayacağım, demem o ki, herkes bir alanda uzmanlaşmakta. Benim fikrim de bu uzmanlıkların hepsini bir noktada birleştirmek, bunun için de herkes bir proje sunarsa harika olur, sonra bu projelerden en çok oy alan proje için kolları sıvarız.


İlk öneriyi de ben atayım ortaya, ilk aşamada maliyet ve kolaylık açısından bir internet sitesi çok iyi olur bence. Herkes ne kadar vakit ayırabilir bilmiyorum ama Arman ve Erman olayın teknik kısmına, Ömer ve Tarık sitenin editörlüğüyle, ben finans ve pazarlama kısmıyla ilgilenebilirim, geriye kalan herkes de istediği alanda yardımcı olmaya çalışır. Önerileri alalım, unutmayın yemeksepeti de işe böyle başladı :)

Çarşamba, Şubat 08, 2012

If This Then That akilli olsun!

Evet, yanlis duymadiniz. IFTTT denilen, halk arasinda If This Then That olarak da bilinen servis ne kadar yararli bir konseptmis, ne kadar esnek bir sistemmis. Onlarca servisi istenilen sekilde birbirine baglama olanagi sunulmus bizlere.

Ah bir de Omer'in taa 2007 sonu, 2008 basinda yazdigi post'u "en son bu girilmis" diye algilamasaydi...

Sanirim IFTTT'nin calisma sistemi soyle: ilk kontrolde gordugu butun postlari kaydedip, en son entry'yi en yeni olarak farz edip, onu paylasti. Yani IFTTT sistemi feed'leri incelerken girdi tarih/saatine gore degil de, daha tembel isi olan "en son baktigimda su girdiler vardi, simdi kontrol ettim, gormedigim bir entry var, o zaman bu yeni girilmis" mantigina gore calisiyor. Ilk fetch'de bugune kadar yazilmis butun girdiler IFTTT icin "yeni" oldugundan, sadece siradan en son girdiyi, yani Omer'in yeni yil girdisini alip "ahanda bu en son girilmis" diye paylasmis olabilir. Halbuki bu feed'de en yeni girdiler en ustte, yani en once gorunuyor. Bu girdiyi de bu konsepti test etmek icin giriyorum, guvenle goz ardi edebilirsiniz.

Bakalim bu IFTTT bu girdiyi dogru duzgun farkedecek, Twitter'da paylasacak mi...

Salı, Şubat 07, 2012

Galdirim'da Yenilikler

Anladigim kadariyla, ozellikle de Jake LaMotta basta olmak uzere, son bir iki haftadir Galdirim'i canlandirma cabalari icine girilmis. Oneriler yapilmis, niyetler belirtilmis, sistemler ortaya atilmis... Gec de olsa, yazilanlarin hepsini okudum ve ahali, hepiniz haklisiniz, ve size oneriler hazirladim.

Saka bir yana, eger buraya cidden yazacaksak bazi konulari gozden gecirmemis gerekecegi kanaatindeyim. Ha denilebilir ki, once bir yazalim da, sonra detaylara karar verelim, hatta "her rengi boyadik, bi fistik yesili kaldi" diye de eklenebilir , bana had bildirilebilinir. Dogrudur, ancak bu benim onerilerimi yapmama, sorulamayan sorulari sormama, bu guzide konuyu masaya yatirmama engel olamaz, madem tuttum, niye yetirmayayim, ha?

Simdilik aklima gelen konu basliklarini iki ana kategoriye de ayirarak soyle siralayayim:

  • Yapisal Oneriler/Sorular
    • Jake La Motta'nin haftalik yazar onerisine katiliyorum. En azindan blog'un bos kalmamasi, unutulmamasi icin usengeclik denilen illete karsi alinabilecek yararli bir oneri bence. Soru: Bu fikir daha da gelistirilebilir mi? Katilimi arttirmak veya duzenlemek icin baska ne gibi yontemler kullanilabilir?
    • Daha once bu blog'u aklimiza ne eserse onu yazmak icin kullaniyorduk. Bir sure de oyle devam etti zaten. Gel gelelim, blog'un ve yazarlarin tek ortak noktasi GAL oluyor bu durumda. Benim onerim illa bir ana tema bulacagiz diye sikintiya girilmesinin gereksiz oldugu. Soru: Blog'un bir ana temasi olmali mi, olmamali mi? Neden?
    • Bu blog'u ilk ortaya cikardigimizda hepimiz comez yazarlar idik. O gunden bugune ne kadar degistik, internet'te nasil bir kimlige burunduk bilemiyorum elbette ancak bazi algilar, yaklasimlar degismis olabilir. Soru: Yazilar takma isimlerle mi yazilmali, yoksa artik birer kose yazari gibi gercek isimlerimizi mi kullanmaliyiz? Birbirimize hitap ederken isim mi kullanmaliyiz, yoksa rumuz mu? Jake LaMotta mi, Tarik mi?
    • Bu ise ilk giristigimizde "Acaba takip edilir mi? Acaba okuyan kemik bir kitle olusur mu? Unlu olur muyuz la?" gibisinden dusunceler geciyordu aklimizdan (ya da en azindan benim). Sonradan bu hevesi kaybetmis olabiliriz ama zaten nihai amac olarak takip edilmek bu blog icin dogru mu, o da tartisilir. Soru: Blog bizim icin mi, dunya veya Antep icin mi? Disariya yonelik ise, blog'un reklami yapilmali mi, yazilari paylasilmali mi? Yok bizim icinse, ne kadar bizim icin? Mesela disaridan erisime kapali olmali mi, yoksa sadece okuyan okusun ama onlar icin yazmiyoruz anlayisi mi benimsenmeli?

  • Gorsel Oneriler/Sorular
    • Arka plan icin onerisi olan var mi? Sahsen Omer'den bir iki nefis Antep manzarasi alabilirsem boyle bir arkaplan ayarlayabiliriz. Neden New York silueti misali Antep'i hatirlatan hos bir arkaplanimiz olmasin?
    • Renk paleti icin onerisi olan var mi? Haliz hazirda blog'un eski haline de uygun olarak acikta bir hafta beklemis ama daha yumusamamis fistik yesili ve bildiginiz beyaz kullanmaya calistim. Zaten ayakustu 5 dakikada Blogger tabanli bir sey bu. Detay yok cok. Iyi midir bu? Iyiyse bile her yerde mi olmalidir, yoksa sadece yer yer ve biraz daha az goze carpan sekilde mi olmali?
    • Sayfa genisligi su anki haliyle, yani ortada accik akimina uygun olarak, iyi midir? Yoksa daha genis bir sayfa yapisi mi daha hos/uygun olur?
Simdilik aklima gelenler bu kadar. Uzerinde uzun uzun da dusunmus degilim acikcasi. Sadece madem boyle bir canlandirma projesi aldi basini gidiyor, ben de ilk katkimi boylece yapmak istedim.

Onumuzdeki haftalarda daha yogun bir Galdirim blog'unda gorusmek uzere, sevgiyle kalin, esenlikle kalin ey ahali.

Fatih Projesi ve Otomasyon Üzerine

Birkaç sene önce Salacak'taki kafelerden birindeydim. Menüye baktım ve börek yemeye karar verdim. Fakat epeyce de acıkmıştım. Bir porsiyonda iki börek olduğunu öğrendikten sonra dört böreğin de fazla geleceğini düşünerek bir buçuk porsiyon (üç adet börek) istediğimi söyledim. Ancak benimle ilgilenen garson, fişleri bilgisayardan çıkardığını ve bir buçuk porsiyon börek gibi bir ürünü bilgisayara tanıtamayacağını, dolayısıyla ya bir ya da iki porsiyon sipariş edebileceğimi söyledi. Durumu anlayışla karşılayıp, bir porsiyon sipariş ettim. Ben, daha az börek yemeye razı olmuş, işletme ise o ürün üzerinden %50'lik bir ekstra kazançtan mahrum kalmıştı böylece. Daha sonra beraber oturduğum arkadaşım, sipariş etmek istediği makarnaya tavuk ekletmek istediğini söylemiş ve yukarıda anlattığım diyaloglar yeniden yaşanmıştı. Fişlerin çıkarıldığı bilgisayarda yemekler için ekstra malzeme tanımlanmamıştı. Memnuniyetimiz biraz daha azalmış ve işletme bir kazançtan daha mahrum kalmıştı.

Lisansta aldığım otomasyon dersinde anlatılanlardan aklımda kalan en önemli bilgilerden bazıları şunlardı: "Bazı sistemler manuel müdahalelere muhtaçtır. Otomasyon ya da bilgisayarlaşma, her sistem için şart olmadığı gibi bazı sistemlerin işleyişinde olumsuz etkenlere neden olup, otomasyonlaşmaya ihtiyaç duyan sistemler içinse iyi düşünülmeden tasarlanmış bir  otomasyon sistemi, yine faydadan çok zarara neden olabilir."

İşte tam da otomasyon dersini aldığım günlerde Salacak'ta yaşadığım bu anektot, yukarıdaki cümlelerin ne demek istediğini beş yaşında bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde anlatan harika bir örnek olmuştu.

Hadi konuyu biraz daha dağıtalım! Geçenlerde yüksek lisansın son finallerine girdim. Bu dönemki seçmeli dersler, seminer şeklinde verildiği için epeyce seyrek zamanlarda okulla muhatap olup, kalem-kağıda hemen hemen hiç dokunmadım. Final kağıdına cevapları yazmaya başladığımda kalemle yazmakta epeyce zorlandığımı farkettim. Kalemle yazmak için kullandığım kasların çokça zayıflamasından olsa gerek, zaten kötü olan yazım iyice berbat hale gelmişti. Ayrıca uzun süredir bilgisayarla yazmaya alışan beynim için kalemle yazmak, yeni bir faaliyet gibi algılanmış ve bu durum, bildiklerimi kağıda dökmem adına ciddi bir konsantrasyon sorunu yaratmıştı. Üstüne üstlük kalemle yazarken o kadar sıkıldım ki finali yarım bırakıp çıkmayı bile aklımdan geçirdim. Şaka değil, gerçekten bu tuhaf durumu yaşadım. Adeta kalemle yazmayı unutmuştum.

Eminim ki kalemle uzun bir yazı yazmayı denerseniz, çoğunuz benzer duyguları hissedeceksiniz. Kalemle yazma kabiliyetimin azalmış olması, günlük hayatımda sorunlara yol açar mı, açarsa ne gibi sorunlara yol açar bilemiyorum ama sahip olduğum bir yetinin körelmiş olduğunu görmek hiçbir şey yapmadıysa moralimi bozdu!

Öğrenim hayatım boyunca, hiç bir zaman düzgün not tutan bir öğrenci olmadım. Son yaz okuluna kadar hiç bir zaman kendi notlarımdan çalışmadım. Sadece YTÜ'den almak zorunda kaldığım son iki dersimde, sınavlardan önce bana konuları anlatacak bir arkadaş bulamam korkusuyla harika not tutan bir öğrenciye dönüşmüştüm ama bu sefer de not tutmaktan dersi dinleyemez ve öğrenemez olmuştum. Eve gidip defterime baktığımda yazdığımı bile hatırlamadığım notlar görüyordum. Benim dinlemem, tartışmam, sorular sormam gerekir. Böyle öğreniyorum. "Öğrenme stilim" not tutmama müsaade etmedi hiç bir zaman. Öğrenme stili mi dedim ben? Korkmayın, onu da uzun uzun anlatmıycam ama daha sağlıklı devam etmemiz için daha önceden de hepinizin konusuyla ilgili az çok bilgisinin olduğunu tahmin ettiğim şu linke bir göz atınız lütfen: http://okulweb.meb.gov.tr/06/01/330983/rehberlik/ogrenmestilleri.htm

Gördüğünüz gibi; uzmanlar öğrenme stillerini görsel, işitsel ve dokunsal olmak üzere üç ana stile ayırıyor ve her insan bu "öğrenme stilleri kümesi"nin alt kümelerinden ({görsel}, {işitsel}, {görsel, işitsel}, {dokunsal, görsel}, {dokunsal, görsel, işitsel} vs.) birine sahip.

Hakikaten de öğrenim hayatımız boyunca bu farklı stilleri okul arkadaşlarımızda gözlemledik hepimiz. Hatta bu blogdaki küçük yazar popülasyonunda bile yazar sayısı kadar farklı öğrenme stilini tespit etme ihtimalimiz hiç de düşük değil.

Uzun süredir basında Fatih (Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi hakkındaki haberleri izliyorsunuzdur. Bir şahlanmadır, bir devrimdir, bir dünyaya örnek oluyoruz tantanasıdır gidiyor. Peki nedir bu Fatih Projesi? Tam olarak anlayan var mı sizce? Halka Fatih Projesi nedir diye sorduğunuzda alacağımız cevapları durumu anlamak adına biraz kurgulayalım. Benim kurgumda soruları Pakize Suda soruyor, artık siz kime sordurmak isterseniz:

-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo bilgisayar, tablet, akıllı tahta...
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo tablet, akıllı tahta!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo beleş tablet!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo!
-Fatih Projesi Nedir?
-Vestel ile GM ortalığın a...

Heyo. Fatih Projesi hakkında halkın bilgisi maalesef bu kurgudan fazla değil emin olun. Nerden mi biliyorum? Çünkü Google Amca ile arası son derece iyi olan biri olarak bu projenin doğru düzgün anlatıldığı tek bir site bile bulamayıp, haberlerde de doğru düzgün anlatanına rastlamadım. Projenin ana sayfasına bakıp bunu açıkça görebilirsiniz: http://fatihprojesi.meb.gov.tr/tr/index.php "Eğitimde donanım ve yazılım altyapısının iyileştirilmesi" gibi bir sürü süslü zırvalık! Elle tutulur hiçbir bilgi yok. Çok sayıda siteye bakmak zorunda kalarak benim anladıklarımı ise şu şekilde maddeleyebilirim:

1. Her okula kablosuz internet altyapısı kurulacak.
2. Her dersliğe birer dizüstü bilgisayarla birlikte akıllı tahta yerleştirilecek ve dersler bunun üzerinden anlatılacak.
3. Her öğrenciye birer tablet bilgisayar verilecek ve akıllı tahtadaki bilgiler, kablosuz ağ üzerinden tabletlere aktarılabilecek.
4. Ders kitapları, e-kitap şeklinde öğrencilerin tablet bilgisayarlarında kayıtlı olacak.
5. Tabletlerde öğretime yardımcı çeşitli uygulamalar bulunacak.
6. Yeni sistemle ilgili öğretmen ve öğrencilere eğitimler verilecek.

Peki bu proje hazırlanırken gerçekten de işin pedagojik, psikolojik ve sosyal boyutları ne kadar düşünüldü? Bu sistemin her öğrencinin öğrenme stiline uyabileceğine kim karar verdi ya da projeyi hazırlayanlardan herhangi biri hiç Gardner'ın "çoklu zeka kuramı"nı okudu mu? Bilgisayar oyunları oynamaktan bahçede top oynamayı, ip atlamayı bile bırakmış bir neslin kalem-kağıdı da terk etmesinin bize nelere mal olacağı düşünüldü mü? Eğitim alışkanlıklarımız hesaba katıldı mı? Mevcut öğretmen kadrolarının bu teknolojiye ne kadar yatkın olduğu araştırıldı mı? Abdullah Gazyağcı emekli olmasaydı bu sisteme uyum sağlayabilir miydi? "Herşeyin en iyisini Amerika ya da Avrupa bilir" diyenlerden değilim ama teknolojide bizden bu kadar ileride olan ve bu sistemde kullanılacak enstrümanların mucidi ülkeler, bu tarz bir sistemi neden uygulamıyor diye araştırıldı mı? (http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/sb-mevlut_tezel/2011/12/19/steve-jobs-fatih-projesine-karsiydi ) En önemli sorulardan biri de bu proje için hesaplanan iki milyar dolarlık bütçe, bu proje sayesinde epeyce gelişecek olan kanser tedavisi araştırmalarına ayrılacak payı da içeriyor mu?

Bu soruları ben cevaplamayacağım. Ahkam kestiğim ya da kendimi uzman sandığım da yok. Sadece düşün dünyamızda bunların sorgulanması gerektiğini anlatmaya çalışıyor ve cevapları da sizlerin düşün dünyalarına bırakıyorum. Ama ülkeyi yönetenlerin bu eğitim otomasyonunu hazırlarken, sistemin detaylarına verdikleri önem düzeyinin Salacak'taki kafenin sahibininkiyle benzer düzeyde olduğundan da endişe duymadan edemiyorum. Şahsi görüşümü itiraf etmek gerekirse de Fatih Projesi deyince aklımda sadece "ver otomasyonu, veriştir teknolojiyi, yap ihaleyi, çek peşkeşi, kopar yaygarayı, gelsin oylar gitsin rantlar" gibi kuşkucu çağrışımlar uyanıyor ve bu işin hiç de göründüğü gibi profesyonelce yapıldığı izlenimini edinemiyorum...

Çarşamba, Şubat 01, 2012

Galdırım'a Mektup

Asosyal hayatımızın sosyal simgeleri haline gelen irc, icq, orkut, yonja, msn, hi5, xuqa ve facebook sıralamasının arasında bir yerde sıkışıp kalan sevgili Galdirim.

Seninle görüşmeyeli bayağı oldu hatta nereden baksan senelerdir adam akıllı seninle ilgilenemez oldum evet senin için de benim için de yoğun bir zaman oldu nasıl bir olasılıktır bilemem ama etrafım da ki bir çok kişi evlendi serseri'nin biri hariç dediğim gibi görüşmeyeli çok zaman oldu kendimin ki de dahil olmak üzere 2 nişan 4 düğün 1 kına gibi hayatım da daha önce bulunmadığım ortamlarda bulundum neyse bunları zaten sende biliyorsun seni bunlarla sıkmama gerek yok.

Hayat bunlardan ibaret değil tabi demek isteyeceğim yazmak isteyeceğim bir çok şeyimin olmasını isterdim ama yok be Galdirim hayat girdi bir rutine olsun kimi rutin için de güzel şeyler var ama sanki insanın büyüyünce istediği hayat daha farklı olacaktı yoksa daha olacakta görecek miyim, yoksa çok bi şımardık alıştık her istediğimizi kendi imkanlarımızca gerçekleştirmeye de şimdi beğenmez olduk.

Zamanının hayalleri şimdinin küçük zaferleri oldu da mı çok durgunum, zamanın teknolojik cihazları şimdi dolaplar da bir yerde duruyor diye mi böyleyim bilmiyorum ama var bir heyecan eksik hayatta.. Sence de öyle değil mi Galdirim?

İşin aslı günlük rutin dışında ciddi anlamda yaptığımız bir çok şey var ama sanki istediğimiz asıl o şeyi yapamıyoruz.

Şaka bir yana hep bu sosyal medyanın bizi getirdiği bu noktaya karşı protesto olarak bir proje yapacağımızı hep düşünmek istiyorum aslında nedense hoşuma gidiyor ama işte yeni düzenin bizi getirdiği bu çabuk sıkılma problemi beni hep yendi, Uğraştığım diye spamcılık oynadığım web sitesi bile bu saçma "hits"ler ile dönüş yaptıysa ciddi anlamda ki uğraş ile neler yapabiliriz diye düşünmedim değil.

Neden böyle düşündün bir site diye kafaya taktın diye sorabilirsin sevgili Galdirim ki sor da.
Bence cevabı basit bir kıskançlık bu işi yapanların aslında benim bile ortalamamın altında olduğunu düşündüğüm insanlar olmasıydı.

İşe gene saçma bir yerden girip yüzlerce imla hatası yapıp, devrik cümleler kurup ortamı karıştırdım ama senin beni anladığını düşünüyorum Galdirim. E tabi bu düşünceye de yıllardır anlaştığımızı düşünerek varıyorum..


İşi özü Galdirim eğer bir şey olursa bir şey lazım olursa ben buradayım, senin da orada olduğunu biliyorum hadi çok vaktini almayayım.

Pazartesi, Ocak 23, 2012

GALdırım'a Geri Dönüş ve Bazı Öneriler

 Sevgili blogdaşlarım, öncelikle GALdırım'ı yeniden canlandırmak üzerine yaptığım öneriye aynı hevesle karşılık verdiğiniz için son derece mutlu olduğumu belirtmeliyim. Nadiren de olsa GALdırım'a bir göz atıyor, metruk halini görünce üzülüyordum. Tabi ki o yıllardan bugüne çok şey değişti her birimizin hayatında; mezuniyetler, iş hayatına atılan ilk adımlar, beyin göçleri, nişanlar, evlilikler ve daha birçok yeni deneyim... Belki bu zamanda bırakın GALdırım'a iki satır yazı yazmaya birbirimize birer ufak mesaj atmaya bile vaktimiz olmadı. 
 
 Olsun! Belki de bu bir fırsattır. Bu alınan 4-5 senelik nefesin ve o yıllara duyduğumuz "hey gidi!" tadındaki özlemin verdiği yeni bir enerji ile birlikte birikmiş yepyeni hikayelerimiz var eminim. İnşallah bu heyecanımız, yıllarca devam ettireceğimiz ve eski yazılara dönüp baktığımızda "vay bee" diyeceğimiz köklü bir blogun başlangıcı olur.

 Dostlarım, kafanızı fazla şişirmeden GALdırım'ın daha aktif ve uzun soluklu bir blog haline gelmesi için geçmişteki ilişkimizi artıları ve eksileriyle bir masaya yatırmak istiyorum (hehehe:)). GALdırım'ın kuralsız ve ifade  özgürlüğüne sonsuz müsamaha gösteren yapısına bir müdahalede bulunmadan, sizi kasmayacağını umduğum bazı önerilerde bulunmak niyetindeyim. Bunları, sizin de önerilerinizle geliştirip, düzgün bir manifesto haline getirebiliriz. Blogumuzun bir manifestosu olması da çok artistik olur bu arada:)) Neyse:

1. GALdırım'ın birinci kuralı GALdırım'dan kimseye bahs...... ÇAAaatt!!!  -vurmayın aağbiii!!! bi daha yapmıycam aağbiii!!!
1. GALdırım'da yazarların neyi nasıl anlatacağının belirli bir şekli yoktur. İsteyen istediğini istediği kelimelerle (küfür, hakaret, ahlaksız ifadeler, türlü terbiyesizlikler, herşey serbest a.k.) anlatabilir. 
2. GALdırım'a yazarlar, istedikleri zaman yazabilirler. 
3. GALdırım'da her hafta, bir yazarın haftası olacak, söz konusu yazar, o hafta yazı yazmak zorunda olacaktır. Şu an için 6 yazar (twitter'daki 5, Umut'la 6 oldu) olduğumuza göre bu, her yazar için 6 haftada bir yazmak manasına geliyor. Yazarlar, haftalarını değişebilirler. 
4. GALdırım'da yazıların uzunluğunun bir alt ya da üst sınırı yoktur. Haftanın yazısı buna dahil.
5. GALdırım'da haftanın yazısına her yazar, birer cümleyle de olsa yorum yapacaktır.

 Benim önerilerim şimdilik bu kadar. Her türlü itirazınıza açık olduğumu özellikle belirtmek isterim. Önerilerin amacı, kiminin az kiminin çok da olsa her yazarın GALdırım'a katkıda bulunmasını ve yazma şevklerinin artmasını sağlamaktır. Okuduğunuz için teşekkürler, şimdi sizin önerilerinizi bekliyorum...