Sayfalar

Cuma, Şubat 10, 2012

Galdirim'da Mobil Internet Devrimi

Iddiali basligimdan sonra tirt tespitime geceyim:

Su anki istatistiklerimize gore son bir hafta icinde Galdirim'a giren cikanlarin %41'i mobil tarayicilarla erismis siteye.


Yetmemis, isletim sistemleri dagilimina bakarsak totalde yaklasik %51 (42+9) gibi bir mobil cihaz baskinligi var.

Bu dagilim Galdirim ile ilgili bazi supheler uyandirmakta bende. Dogru soyleyin a dostlar, Galdirim'a sadece tuvaletteyken mi giriyorsunuz?

Bu Arada

Ldshm Ghchpnfkt nerede? Biri kulagından tutup getirsin şunu...

Genel Toparlama ve Yeni Öneriler

Müsaadenizle Beyler, tüm yazdıklarınıza yorum kısımlarında cevap vermek yerine burda herkesin göreceği şekilde tüm söylenenler için genel bir toparlama yapmak ve bir takım yeni öneride bulunmak istiyorum.

Ermana,

Haftalık yazar önerim konusunda birbirimizi yanlış anlamış olabileceğimizden şüpheleniyorum Ermancım. Benim önerdiğim şekilde her yazar için zorunluluk her hafta değil, 6 yazar olduğumuza göre 6 haftada bir olacak şekilde. Ama bunun dışında isteyen de istediği zaman yazabilir. Yani mesela ben bu hafta FATİH üzerine bir yazı yazdım ama haftanın yazısı Umut'a aitti. Yani ben yazmak zorunda değildim, Umut zorundaydı, ben canım istediği için yazdım. Umut haftanın yazısını yazma görevini yerine getirmiş oldu ama isterse Umut ve diğer yazarlar başka yazılar da yazabilirler benim gibi. Sanırım anlaşıldı.

Senin öneri yazınla ilgili olarak ise Arman'ın yaptığı yoruma tamamen katılıyorum. Hatta dün epey uzun bir yorum yapmıştım ama yanlışlıkla silindi, neyse ki Arman aşağı yukarı aynı şeyleri söylemiş. Fakat bazı ek önerilerim olacak.

Herkese,

Beyler, Umut'un da dediği gibi bu blogdaki her yazar, sokaktaki ortalama vatandaşın üstünde donanıma sahip. Görüşemediğimiz şu uzun yıllarda herkes kendine farklı alanlardan farklı deneyimler ve donanımlar kattı. Bu blogu bizim dışımızda birileri okur da şu küçük topluluk dışında bir yerlere yazdıklarımızla katkıda bulunabilirsek ne ala ama o olmazsa bile şurda oluşacak sinerjinin en başta bize yeni ufuklar katacağını düşünüyorum. Örneğin, geçenlerde Arman'ın eski yazılarından biri gözüme çarptı. Orda tavsiye ettiği "Gen Bencildir" ve "Kör Saatçi" kitaplarını edinip okumaya başladım. Çok da zevkle okuyor ve süper bilgiler öğreniyorum. Belki de Arman'ın yazısını okumasam o kitaplardan hiç haberim olmayacaktı. Bu bile bir kazançtır diye düşünüyorum.Biz önce kendimiz için bu blogu elimizden geldiğince var edelim ama meşhur olma hayallerimizi de hiç bir zaman kaybetmeyip bloga göstereceğimiz özeni güdüleyecek bir itici güç olarak köşede tutalım.

Blogumuzun birgün ünlü olma ihtimalini artırıcı olacak bazı önerilerime gelince;

İçerikle ilgili,

1. Herkesin katkısıyla blogumuzun nasıl ortaya çıktığinı, varsa amacını, kurallarını vs. anlatan bir bölüm hazırlayalım.

2. Yazarları tanıtıcı bir bölüm hazırlayalım, tesadüfen ağımıza düşen okurlar, "bu adamlar da boş değilmiş" desin.

3. Kimsenin bir çekincesi yoksa gerçek isimlerimizle yazalım. Daha ciddi görüntü olur.

4. Daha çok insana ulaşma ihtimalimize karşı itici olmamak adına en başta kendime söylüyorum daha az küfürlü yazalım.

Tasarımla ilgili,

1.Bloga eğer zor değilse bir dergi ya da gazete görünümü verelim. Biz canımız ne istiyorsa onu yazalım gene ama bloga giren insanlar çok çeşitli konularda yazıların olduğu bir dergi havası hissetsin.

2. Bir görüş ve öneriler bölümü açalım, yazıların olduğu sayfa temiz kalsın, aha bu benim yazdığım gibi yazılar görüntü kirliliği yapmasın.

Umut'a

Bu önerilerimi senin site fikrine de bir alternatif kabul edebilirsin.

Herkese,

Şarjım bitiyor ve uyumam lazım, şimdilik bu kadar, aklıma yeni şeyler gelirse yine yazarım, yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum...

Herkese,

İyi geceler...

Perşembe, Şubat 09, 2012

Voltran Oluşturmaya Ne Dersiniz? (Haftanın Yazısı)

Sayın Galdırım sakinleri, bu haftanın yazısı bana ait ve üzerime düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışacağım, ekonomi veya spor alanında bir yazı yazmasam sizi şaşırtırdım diye düşündüm ve sizi şaşırtmamaya karar verdim. Yazım daha çok bir öneri niteliğinde olacak, hepinizin yorumlarını bekliyor olacağım.


Öncelikle kültür seviyesi düşük olmayan ve iyi eğitim almış bir kitle olduğumuzu kabul ederek başlayalım bu işe, mütevazılığa gerek yok :) Bir arkadaşımız, kanserin nasıl yenileceği üzerine araştırma yapmakta, kimi Amerika'da IT alanında uzmanlaşmakta ve çalışmakta, kimi akademisyenlikle yönünde ilerlemekte ve yeni kurduğu şirketini büyütmekte, daha çok örneklemeye gitmeyecek ve sizi de sıkmayacağım, demem o ki, herkes bir alanda uzmanlaşmakta. Benim fikrim de bu uzmanlıkların hepsini bir noktada birleştirmek, bunun için de herkes bir proje sunarsa harika olur, sonra bu projelerden en çok oy alan proje için kolları sıvarız.


İlk öneriyi de ben atayım ortaya, ilk aşamada maliyet ve kolaylık açısından bir internet sitesi çok iyi olur bence. Herkes ne kadar vakit ayırabilir bilmiyorum ama Arman ve Erman olayın teknik kısmına, Ömer ve Tarık sitenin editörlüğüyle, ben finans ve pazarlama kısmıyla ilgilenebilirim, geriye kalan herkes de istediği alanda yardımcı olmaya çalışır. Önerileri alalım, unutmayın yemeksepeti de işe böyle başladı :)

Çarşamba, Şubat 08, 2012

If This Then That akilli olsun!

Evet, yanlis duymadiniz. IFTTT denilen, halk arasinda If This Then That olarak da bilinen servis ne kadar yararli bir konseptmis, ne kadar esnek bir sistemmis. Onlarca servisi istenilen sekilde birbirine baglama olanagi sunulmus bizlere.

Ah bir de Omer'in taa 2007 sonu, 2008 basinda yazdigi post'u "en son bu girilmis" diye algilamasaydi...

Sanirim IFTTT'nin calisma sistemi soyle: ilk kontrolde gordugu butun postlari kaydedip, en son entry'yi en yeni olarak farz edip, onu paylasti. Yani IFTTT sistemi feed'leri incelerken girdi tarih/saatine gore degil de, daha tembel isi olan "en son baktigimda su girdiler vardi, simdi kontrol ettim, gormedigim bir entry var, o zaman bu yeni girilmis" mantigina gore calisiyor. Ilk fetch'de bugune kadar yazilmis butun girdiler IFTTT icin "yeni" oldugundan, sadece siradan en son girdiyi, yani Omer'in yeni yil girdisini alip "ahanda bu en son girilmis" diye paylasmis olabilir. Halbuki bu feed'de en yeni girdiler en ustte, yani en once gorunuyor. Bu girdiyi de bu konsepti test etmek icin giriyorum, guvenle goz ardi edebilirsiniz.

Bakalim bu IFTTT bu girdiyi dogru duzgun farkedecek, Twitter'da paylasacak mi...

Salı, Şubat 07, 2012

Galdirim'da Yenilikler

Anladigim kadariyla, ozellikle de Jake LaMotta basta olmak uzere, son bir iki haftadir Galdirim'i canlandirma cabalari icine girilmis. Oneriler yapilmis, niyetler belirtilmis, sistemler ortaya atilmis... Gec de olsa, yazilanlarin hepsini okudum ve ahali, hepiniz haklisiniz, ve size oneriler hazirladim.

Saka bir yana, eger buraya cidden yazacaksak bazi konulari gozden gecirmemis gerekecegi kanaatindeyim. Ha denilebilir ki, once bir yazalim da, sonra detaylara karar verelim, hatta "her rengi boyadik, bi fistik yesili kaldi" diye de eklenebilir , bana had bildirilebilinir. Dogrudur, ancak bu benim onerilerimi yapmama, sorulamayan sorulari sormama, bu guzide konuyu masaya yatirmama engel olamaz, madem tuttum, niye yetirmayayim, ha?

Simdilik aklima gelen konu basliklarini iki ana kategoriye de ayirarak soyle siralayayim:

  • Yapisal Oneriler/Sorular
    • Jake La Motta'nin haftalik yazar onerisine katiliyorum. En azindan blog'un bos kalmamasi, unutulmamasi icin usengeclik denilen illete karsi alinabilecek yararli bir oneri bence. Soru: Bu fikir daha da gelistirilebilir mi? Katilimi arttirmak veya duzenlemek icin baska ne gibi yontemler kullanilabilir?
    • Daha once bu blog'u aklimiza ne eserse onu yazmak icin kullaniyorduk. Bir sure de oyle devam etti zaten. Gel gelelim, blog'un ve yazarlarin tek ortak noktasi GAL oluyor bu durumda. Benim onerim illa bir ana tema bulacagiz diye sikintiya girilmesinin gereksiz oldugu. Soru: Blog'un bir ana temasi olmali mi, olmamali mi? Neden?
    • Bu blog'u ilk ortaya cikardigimizda hepimiz comez yazarlar idik. O gunden bugune ne kadar degistik, internet'te nasil bir kimlige burunduk bilemiyorum elbette ancak bazi algilar, yaklasimlar degismis olabilir. Soru: Yazilar takma isimlerle mi yazilmali, yoksa artik birer kose yazari gibi gercek isimlerimizi mi kullanmaliyiz? Birbirimize hitap ederken isim mi kullanmaliyiz, yoksa rumuz mu? Jake LaMotta mi, Tarik mi?
    • Bu ise ilk giristigimizde "Acaba takip edilir mi? Acaba okuyan kemik bir kitle olusur mu? Unlu olur muyuz la?" gibisinden dusunceler geciyordu aklimizdan (ya da en azindan benim). Sonradan bu hevesi kaybetmis olabiliriz ama zaten nihai amac olarak takip edilmek bu blog icin dogru mu, o da tartisilir. Soru: Blog bizim icin mi, dunya veya Antep icin mi? Disariya yonelik ise, blog'un reklami yapilmali mi, yazilari paylasilmali mi? Yok bizim icinse, ne kadar bizim icin? Mesela disaridan erisime kapali olmali mi, yoksa sadece okuyan okusun ama onlar icin yazmiyoruz anlayisi mi benimsenmeli?

  • Gorsel Oneriler/Sorular
    • Arka plan icin onerisi olan var mi? Sahsen Omer'den bir iki nefis Antep manzarasi alabilirsem boyle bir arkaplan ayarlayabiliriz. Neden New York silueti misali Antep'i hatirlatan hos bir arkaplanimiz olmasin?
    • Renk paleti icin onerisi olan var mi? Haliz hazirda blog'un eski haline de uygun olarak acikta bir hafta beklemis ama daha yumusamamis fistik yesili ve bildiginiz beyaz kullanmaya calistim. Zaten ayakustu 5 dakikada Blogger tabanli bir sey bu. Detay yok cok. Iyi midir bu? Iyiyse bile her yerde mi olmalidir, yoksa sadece yer yer ve biraz daha az goze carpan sekilde mi olmali?
    • Sayfa genisligi su anki haliyle, yani ortada accik akimina uygun olarak, iyi midir? Yoksa daha genis bir sayfa yapisi mi daha hos/uygun olur?
Simdilik aklima gelenler bu kadar. Uzerinde uzun uzun da dusunmus degilim acikcasi. Sadece madem boyle bir canlandirma projesi aldi basini gidiyor, ben de ilk katkimi boylece yapmak istedim.

Onumuzdeki haftalarda daha yogun bir Galdirim blog'unda gorusmek uzere, sevgiyle kalin, esenlikle kalin ey ahali.

Fatih Projesi ve Otomasyon Üzerine

Birkaç sene önce Salacak'taki kafelerden birindeydim. Menüye baktım ve börek yemeye karar verdim. Fakat epeyce de acıkmıştım. Bir porsiyonda iki börek olduğunu öğrendikten sonra dört böreğin de fazla geleceğini düşünerek bir buçuk porsiyon (üç adet börek) istediğimi söyledim. Ancak benimle ilgilenen garson, fişleri bilgisayardan çıkardığını ve bir buçuk porsiyon börek gibi bir ürünü bilgisayara tanıtamayacağını, dolayısıyla ya bir ya da iki porsiyon sipariş edebileceğimi söyledi. Durumu anlayışla karşılayıp, bir porsiyon sipariş ettim. Ben, daha az börek yemeye razı olmuş, işletme ise o ürün üzerinden %50'lik bir ekstra kazançtan mahrum kalmıştı böylece. Daha sonra beraber oturduğum arkadaşım, sipariş etmek istediği makarnaya tavuk ekletmek istediğini söylemiş ve yukarıda anlattığım diyaloglar yeniden yaşanmıştı. Fişlerin çıkarıldığı bilgisayarda yemekler için ekstra malzeme tanımlanmamıştı. Memnuniyetimiz biraz daha azalmış ve işletme bir kazançtan daha mahrum kalmıştı.

Lisansta aldığım otomasyon dersinde anlatılanlardan aklımda kalan en önemli bilgilerden bazıları şunlardı: "Bazı sistemler manuel müdahalelere muhtaçtır. Otomasyon ya da bilgisayarlaşma, her sistem için şart olmadığı gibi bazı sistemlerin işleyişinde olumsuz etkenlere neden olup, otomasyonlaşmaya ihtiyaç duyan sistemler içinse iyi düşünülmeden tasarlanmış bir  otomasyon sistemi, yine faydadan çok zarara neden olabilir."

İşte tam da otomasyon dersini aldığım günlerde Salacak'ta yaşadığım bu anektot, yukarıdaki cümlelerin ne demek istediğini beş yaşında bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde anlatan harika bir örnek olmuştu.

Hadi konuyu biraz daha dağıtalım! Geçenlerde yüksek lisansın son finallerine girdim. Bu dönemki seçmeli dersler, seminer şeklinde verildiği için epeyce seyrek zamanlarda okulla muhatap olup, kalem-kağıda hemen hemen hiç dokunmadım. Final kağıdına cevapları yazmaya başladığımda kalemle yazmakta epeyce zorlandığımı farkettim. Kalemle yazmak için kullandığım kasların çokça zayıflamasından olsa gerek, zaten kötü olan yazım iyice berbat hale gelmişti. Ayrıca uzun süredir bilgisayarla yazmaya alışan beynim için kalemle yazmak, yeni bir faaliyet gibi algılanmış ve bu durum, bildiklerimi kağıda dökmem adına ciddi bir konsantrasyon sorunu yaratmıştı. Üstüne üstlük kalemle yazarken o kadar sıkıldım ki finali yarım bırakıp çıkmayı bile aklımdan geçirdim. Şaka değil, gerçekten bu tuhaf durumu yaşadım. Adeta kalemle yazmayı unutmuştum.

Eminim ki kalemle uzun bir yazı yazmayı denerseniz, çoğunuz benzer duyguları hissedeceksiniz. Kalemle yazma kabiliyetimin azalmış olması, günlük hayatımda sorunlara yol açar mı, açarsa ne gibi sorunlara yol açar bilemiyorum ama sahip olduğum bir yetinin körelmiş olduğunu görmek hiçbir şey yapmadıysa moralimi bozdu!

Öğrenim hayatım boyunca, hiç bir zaman düzgün not tutan bir öğrenci olmadım. Son yaz okuluna kadar hiç bir zaman kendi notlarımdan çalışmadım. Sadece YTÜ'den almak zorunda kaldığım son iki dersimde, sınavlardan önce bana konuları anlatacak bir arkadaş bulamam korkusuyla harika not tutan bir öğrenciye dönüşmüştüm ama bu sefer de not tutmaktan dersi dinleyemez ve öğrenemez olmuştum. Eve gidip defterime baktığımda yazdığımı bile hatırlamadığım notlar görüyordum. Benim dinlemem, tartışmam, sorular sormam gerekir. Böyle öğreniyorum. "Öğrenme stilim" not tutmama müsaade etmedi hiç bir zaman. Öğrenme stili mi dedim ben? Korkmayın, onu da uzun uzun anlatmıycam ama daha sağlıklı devam etmemiz için daha önceden de hepinizin konusuyla ilgili az çok bilgisinin olduğunu tahmin ettiğim şu linke bir göz atınız lütfen: http://okulweb.meb.gov.tr/06/01/330983/rehberlik/ogrenmestilleri.htm

Gördüğünüz gibi; uzmanlar öğrenme stillerini görsel, işitsel ve dokunsal olmak üzere üç ana stile ayırıyor ve her insan bu "öğrenme stilleri kümesi"nin alt kümelerinden ({görsel}, {işitsel}, {görsel, işitsel}, {dokunsal, görsel}, {dokunsal, görsel, işitsel} vs.) birine sahip.

Hakikaten de öğrenim hayatımız boyunca bu farklı stilleri okul arkadaşlarımızda gözlemledik hepimiz. Hatta bu blogdaki küçük yazar popülasyonunda bile yazar sayısı kadar farklı öğrenme stilini tespit etme ihtimalimiz hiç de düşük değil.

Uzun süredir basında Fatih (Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi hakkındaki haberleri izliyorsunuzdur. Bir şahlanmadır, bir devrimdir, bir dünyaya örnek oluyoruz tantanasıdır gidiyor. Peki nedir bu Fatih Projesi? Tam olarak anlayan var mı sizce? Halka Fatih Projesi nedir diye sorduğunuzda alacağımız cevapları durumu anlamak adına biraz kurgulayalım. Benim kurgumda soruları Pakize Suda soruyor, artık siz kime sordurmak isterseniz:

-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo bilgisayar, tablet, akıllı tahta...
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo tablet, akıllı tahta!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo beleş tablet!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo!
-Fatih Projesi Nedir?
-Vestel ile GM ortalığın a...

Heyo. Fatih Projesi hakkında halkın bilgisi maalesef bu kurgudan fazla değil emin olun. Nerden mi biliyorum? Çünkü Google Amca ile arası son derece iyi olan biri olarak bu projenin doğru düzgün anlatıldığı tek bir site bile bulamayıp, haberlerde de doğru düzgün anlatanına rastlamadım. Projenin ana sayfasına bakıp bunu açıkça görebilirsiniz: http://fatihprojesi.meb.gov.tr/tr/index.php "Eğitimde donanım ve yazılım altyapısının iyileştirilmesi" gibi bir sürü süslü zırvalık! Elle tutulur hiçbir bilgi yok. Çok sayıda siteye bakmak zorunda kalarak benim anladıklarımı ise şu şekilde maddeleyebilirim:

1. Her okula kablosuz internet altyapısı kurulacak.
2. Her dersliğe birer dizüstü bilgisayarla birlikte akıllı tahta yerleştirilecek ve dersler bunun üzerinden anlatılacak.
3. Her öğrenciye birer tablet bilgisayar verilecek ve akıllı tahtadaki bilgiler, kablosuz ağ üzerinden tabletlere aktarılabilecek.
4. Ders kitapları, e-kitap şeklinde öğrencilerin tablet bilgisayarlarında kayıtlı olacak.
5. Tabletlerde öğretime yardımcı çeşitli uygulamalar bulunacak.
6. Yeni sistemle ilgili öğretmen ve öğrencilere eğitimler verilecek.

Peki bu proje hazırlanırken gerçekten de işin pedagojik, psikolojik ve sosyal boyutları ne kadar düşünüldü? Bu sistemin her öğrencinin öğrenme stiline uyabileceğine kim karar verdi ya da projeyi hazırlayanlardan herhangi biri hiç Gardner'ın "çoklu zeka kuramı"nı okudu mu? Bilgisayar oyunları oynamaktan bahçede top oynamayı, ip atlamayı bile bırakmış bir neslin kalem-kağıdı da terk etmesinin bize nelere mal olacağı düşünüldü mü? Eğitim alışkanlıklarımız hesaba katıldı mı? Mevcut öğretmen kadrolarının bu teknolojiye ne kadar yatkın olduğu araştırıldı mı? Abdullah Gazyağcı emekli olmasaydı bu sisteme uyum sağlayabilir miydi? "Herşeyin en iyisini Amerika ya da Avrupa bilir" diyenlerden değilim ama teknolojide bizden bu kadar ileride olan ve bu sistemde kullanılacak enstrümanların mucidi ülkeler, bu tarz bir sistemi neden uygulamıyor diye araştırıldı mı? (http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/sb-mevlut_tezel/2011/12/19/steve-jobs-fatih-projesine-karsiydi ) En önemli sorulardan biri de bu proje için hesaplanan iki milyar dolarlık bütçe, bu proje sayesinde epeyce gelişecek olan kanser tedavisi araştırmalarına ayrılacak payı da içeriyor mu?

Bu soruları ben cevaplamayacağım. Ahkam kestiğim ya da kendimi uzman sandığım da yok. Sadece düşün dünyamızda bunların sorgulanması gerektiğini anlatmaya çalışıyor ve cevapları da sizlerin düşün dünyalarına bırakıyorum. Ama ülkeyi yönetenlerin bu eğitim otomasyonunu hazırlarken, sistemin detaylarına verdikleri önem düzeyinin Salacak'taki kafenin sahibininkiyle benzer düzeyde olduğundan da endişe duymadan edemiyorum. Şahsi görüşümü itiraf etmek gerekirse de Fatih Projesi deyince aklımda sadece "ver otomasyonu, veriştir teknolojiyi, yap ihaleyi, çek peşkeşi, kopar yaygarayı, gelsin oylar gitsin rantlar" gibi kuşkucu çağrışımlar uyanıyor ve bu işin hiç de göründüğü gibi profesyonelce yapıldığı izlenimini edinemiyorum...