Birkaç sene önce Salacak'taki kafelerden birindeydim. Menüye baktım ve börek yemeye karar verdim. Fakat epeyce de acıkmıştım. Bir porsiyonda iki börek olduğunu öğrendikten sonra dört böreğin de fazla geleceğini düşünerek bir buçuk porsiyon (üç adet börek) istediğimi söyledim. Ancak benimle ilgilenen garson, fişleri bilgisayardan çıkardığını ve bir buçuk porsiyon börek gibi bir ürünü bilgisayara tanıtamayacağını, dolayısıyla ya bir ya da iki porsiyon sipariş edebileceğimi söyledi. Durumu anlayışla karşılayıp, bir porsiyon sipariş ettim. Ben, daha az börek yemeye razı olmuş, işletme ise o ürün üzerinden %50'lik bir ekstra kazançtan mahrum kalmıştı böylece. Daha sonra beraber oturduğum arkadaşım, sipariş etmek istediği makarnaya tavuk ekletmek istediğini söylemiş ve yukarıda anlattığım diyaloglar yeniden yaşanmıştı. Fişlerin çıkarıldığı bilgisayarda yemekler için ekstra malzeme tanımlanmamıştı. Memnuniyetimiz biraz daha azalmış ve işletme bir kazançtan daha mahrum kalmıştı.
Lisansta aldığım otomasyon dersinde anlatılanlardan aklımda kalan en önemli bilgilerden bazıları şunlardı: "Bazı sistemler manuel müdahalelere muhtaçtır. Otomasyon ya da bilgisayarlaşma, her sistem için şart olmadığı gibi bazı sistemlerin işleyişinde olumsuz etkenlere neden olup, otomasyonlaşmaya ihtiyaç duyan sistemler içinse iyi düşünülmeden tasarlanmış bir otomasyon sistemi, yine faydadan çok zarara neden olabilir."
İşte tam da otomasyon dersini aldığım günlerde Salacak'ta yaşadığım bu anektot, yukarıdaki cümlelerin ne demek istediğini beş yaşında bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde anlatan harika bir örnek olmuştu.
Hadi konuyu biraz daha dağıtalım! Geçenlerde yüksek lisansın son finallerine girdim. Bu dönemki seçmeli dersler, seminer şeklinde verildiği için epeyce seyrek zamanlarda okulla muhatap olup, kalem-kağıda hemen hemen hiç dokunmadım. Final kağıdına cevapları yazmaya başladığımda kalemle yazmakta epeyce zorlandığımı farkettim. Kalemle yazmak için kullandığım kasların çokça zayıflamasından olsa gerek, zaten kötü olan yazım iyice berbat hale gelmişti. Ayrıca uzun süredir bilgisayarla yazmaya alışan beynim için kalemle yazmak, yeni bir faaliyet gibi algılanmış ve bu durum, bildiklerimi kağıda dökmem adına ciddi bir konsantrasyon sorunu yaratmıştı. Üstüne üstlük kalemle yazarken o kadar sıkıldım ki finali yarım bırakıp çıkmayı bile aklımdan geçirdim. Şaka değil, gerçekten bu tuhaf durumu yaşadım. Adeta kalemle yazmayı unutmuştum.
Eminim ki kalemle uzun bir yazı yazmayı denerseniz, çoğunuz benzer duyguları hissedeceksiniz. Kalemle yazma kabiliyetimin azalmış olması, günlük hayatımda sorunlara yol açar mı, açarsa ne gibi sorunlara yol açar bilemiyorum ama sahip olduğum bir yetinin körelmiş olduğunu görmek hiçbir şey yapmadıysa moralimi bozdu!
Öğrenim hayatım boyunca, hiç bir zaman düzgün not tutan bir öğrenci olmadım. Son yaz okuluna kadar hiç bir zaman kendi notlarımdan çalışmadım. Sadece YTÜ'den almak zorunda kaldığım son iki dersimde, sınavlardan önce bana konuları anlatacak bir arkadaş bulamam korkusuyla harika not tutan bir öğrenciye dönüşmüştüm ama bu sefer de not tutmaktan dersi dinleyemez ve öğrenemez olmuştum. Eve gidip defterime baktığımda yazdığımı bile hatırlamadığım notlar görüyordum. Benim dinlemem, tartışmam, sorular sormam gerekir. Böyle öğreniyorum. "Öğrenme stilim" not tutmama müsaade etmedi hiç bir zaman. Öğrenme stili mi dedim ben? Korkmayın, onu da uzun uzun anlatmıycam ama daha sağlıklı devam etmemiz için daha önceden de hepinizin konusuyla ilgili az çok bilgisinin olduğunu tahmin ettiğim şu linke bir göz atınız lütfen: http://okulweb.meb.gov.tr/06/01/330983/rehberlik/ogrenmestilleri.htm
Gördüğünüz gibi; uzmanlar öğrenme stillerini görsel, işitsel ve dokunsal olmak üzere üç ana stile ayırıyor ve her insan bu "öğrenme stilleri kümesi"nin alt kümelerinden ({görsel}, {işitsel}, {görsel, işitsel}, {dokunsal, görsel}, {dokunsal, görsel, işitsel} vs.) birine sahip.
Hakikaten de öğrenim hayatımız boyunca bu farklı stilleri okul arkadaşlarımızda gözlemledik hepimiz. Hatta bu blogdaki küçük yazar popülasyonunda bile yazar sayısı kadar farklı öğrenme stilini tespit etme ihtimalimiz hiç de düşük değil.
Uzun süredir basında Fatih (Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi hakkındaki haberleri izliyorsunuzdur. Bir şahlanmadır, bir devrimdir, bir dünyaya örnek oluyoruz tantanasıdır gidiyor. Peki nedir bu Fatih Projesi? Tam olarak anlayan var mı sizce? Halka Fatih Projesi nedir diye sorduğunuzda alacağımız cevapları durumu anlamak adına biraz kurgulayalım. Benim kurgumda soruları Pakize Suda soruyor, artık siz kime sordurmak isterseniz:
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo bilgisayar, tablet, akıllı tahta...
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo tablet, akıllı tahta!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo beleş tablet!
-Fatih Projesi Nedir?
-Heyooo!
-Fatih Projesi Nedir?
-Vestel ile GM ortalığın a...
Heyo. Fatih Projesi hakkında halkın bilgisi maalesef bu kurgudan fazla değil emin olun. Nerden mi biliyorum? Çünkü Google Amca ile arası son derece iyi olan biri olarak bu projenin doğru düzgün anlatıldığı tek bir site bile bulamayıp, haberlerde de doğru düzgün anlatanına rastlamadım. Projenin ana sayfasına bakıp bunu açıkça görebilirsiniz: http://fatihprojesi.meb.gov.tr/tr/index.php "Eğitimde donanım ve yazılım altyapısının iyileştirilmesi" gibi bir sürü süslü zırvalık! Elle tutulur hiçbir bilgi yok. Çok sayıda siteye bakmak zorunda kalarak benim anladıklarımı ise şu şekilde maddeleyebilirim:
1. Her okula kablosuz internet altyapısı kurulacak.
2. Her dersliğe birer dizüstü bilgisayarla birlikte akıllı tahta yerleştirilecek ve dersler bunun üzerinden anlatılacak.
3. Her öğrenciye birer tablet bilgisayar verilecek ve akıllı tahtadaki bilgiler, kablosuz ağ üzerinden tabletlere aktarılabilecek.
4. Ders kitapları, e-kitap şeklinde öğrencilerin tablet bilgisayarlarında kayıtlı olacak.
5. Tabletlerde öğretime yardımcı çeşitli uygulamalar bulunacak.
6. Yeni sistemle ilgili öğretmen ve öğrencilere eğitimler verilecek.
Peki bu proje hazırlanırken gerçekten de işin pedagojik, psikolojik ve sosyal boyutları ne kadar düşünüldü? Bu sistemin her öğrencinin öğrenme stiline uyabileceğine kim karar verdi ya da projeyi hazırlayanlardan herhangi biri hiç Gardner'ın "çoklu zeka kuramı"nı okudu mu? Bilgisayar oyunları oynamaktan bahçede top oynamayı, ip atlamayı bile bırakmış bir neslin kalem-kağıdı da terk etmesinin bize nelere mal olacağı düşünüldü mü? Eğitim alışkanlıklarımız hesaba katıldı mı? Mevcut öğretmen kadrolarının bu teknolojiye ne kadar yatkın olduğu araştırıldı mı? Abdullah Gazyağcı emekli olmasaydı bu sisteme uyum sağlayabilir miydi? "Herşeyin en iyisini Amerika ya da Avrupa bilir" diyenlerden değilim ama teknolojide bizden bu kadar ileride olan ve bu sistemde kullanılacak enstrümanların mucidi ülkeler, bu tarz bir sistemi neden uygulamıyor diye araştırıldı mı? (http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/sb-mevlut_tezel/2011/12/19/steve-jobs-fatih-projesine-karsiydi ) En önemli sorulardan biri de bu proje için hesaplanan iki milyar dolarlık bütçe, bu proje sayesinde epeyce gelişecek olan kanser tedavisi araştırmalarına ayrılacak payı da içeriyor mu?
Bu soruları ben cevaplamayacağım. Ahkam kestiğim ya da kendimi uzman sandığım da yok. Sadece düşün dünyamızda bunların sorgulanması gerektiğini anlatmaya çalışıyor ve cevapları da sizlerin düşün dünyalarına bırakıyorum. Ama ülkeyi yönetenlerin bu eğitim otomasyonunu hazırlarken, sistemin detaylarına verdikleri önem düzeyinin Salacak'taki kafenin sahibininkiyle benzer düzeyde olduğundan da endişe duymadan edemiyorum. Şahsi görüşümü itiraf etmek gerekirse de Fatih Projesi deyince aklımda sadece "ver otomasyonu, veriştir teknolojiyi, yap ihaleyi, çek peşkeşi, kopar yaygarayı, gelsin oylar gitsin rantlar" gibi kuşkucu çağrışımlar uyanıyor ve bu işin hiç de göründüğü gibi profesyonelce yapıldığı izlenimini edinemiyorum...
FATIH'in belki de en olumlu karsilanabilecek gelismelerinden birisi TUBITAK'in Pardus'unu barindiracak olmasiydi en baslarda. Ama sonradan o da patladi -- tahmin edilir ki cesitli dumenler araciligiyla:
YanıtlaSilhttp://www.pardusworld.com/project-fatih-and-pardus/
Dediklerinin cogu dogru tabii; belki de bu yatirimin hepsinin teknolojiye gitmesindense, mufredatin ve de egitim sisteminin genel olarak yenilenmesine de bir miktar pay verilmesi daha mantikli olabilirdi. Sonucta yasanan cogu sorun cogu hal-i hazirda islerin ne uzerinden (kagit/elektronik aletler) yurudugunden cok, o islerin nasil yurutuldugu ile de ilgili.
Bakalim daha ne maceralar, ne haberler cikacak bu girisimin altindan.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilTarıkcığım, kalemine sağlık çok iyi yazmışsın. Tamamen katılıyorum sana, elimizdeki cevizleri kırdık da işin teknoloji boyutu kaldı. Hala her sabah okula gitmek için kilometrelerce yol yürüyen çocuklar varken, hala üniversite sınavına girenlerin tam yüzdesini bilmiyorum ama, yüzde 10-15 civarı sanırım, üniversitelere yerleşirken, böyle bir yatırımın saçma olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, dediğin gibi herşeyin de otomatikleşmesi gerekmez.
YanıtlaSilbunlar hep amerikanın oyunu call of duty, age of empires, half life bunlar bu tablette çalışıyor mu siz bana onu söyleyin.
YanıtlaSilEğer bu tabletler ülkemizde kişi başına düşecek hacker sayısını artıracaksa bence ok.